KNAVE



[Bu hikaye, 23 Haziran - 28 Temmuz 2015 tarihleri arasında tefrika olarak 6 bölüm halinde Hürhaber Gazetesi'nde yayınlanmıştır.]

Sarı siyah renkte, cinayetin alâmetifarikası “olay yeri” şeridinin üstünden atlayıp geçti Komiser Tahsin. Kan kokusunu yoğun bir şekilde alıyordu; karşılaştığı en sert olay yerlerini hatırlayıp kendisini en berbat tabloya hazırlıyordu ki; kafası bir taşla defalarca ezildikten sonra, muhtemel cinayet aleti olan taşın ezilen kafanın üstüne bırakıldığı bir olay yeriyle karşılaşmıştı.

Nitekim Olay Yeri Ekibi’nin şefi Yasin de bu tabloya açıklık getirmişti kısa sürede:

- Amirim, adamın kafasını taşla ezmişler. Başka bir yara izi görünmüyor.

Komiser Tahsin, eğilip cesedi inceledikten sonra etrafa bakınmaya başladı. Meraklı gözlerle kendisini takip eden Yasin’e döndü.

- Hiç karşı koymamış mı Yasin? Bu kadar vurmuşlar kafasına, hiç gıkı çıkmamış mı?

Yasin bunun üzerine daha dikkatli bakınmaya başlamıştı etrafına… Birkaç dakika geçmemişti ki, olay yeri personelinden birkaç kişiyi çağırdı yanına ve cesedin birkaç metre ilerisine dek devam etmiş olan sürükleme izlerinin fotoğrafının çekilmesini, izlerin takip edilip bittiği yerdeki olası tekerlek izlerinin incelenmesini emretti.

Komiser Tahsin’in olay yerinde yapabileceği daha fazla iş kalmamıştı. Cesetten kimlik çıkıp çıkmadığını sorduğunda Yasin başını olumsuz anlamda salladı fakat gözleri aydınlanmıştı. Bir personelin yanında duran kutuyu biraz karıştırdıktan sonra içinde bir şey olan delil poşetini çıkarıp komisere doğru tuttu. Bu bir iskambil kartıydı: Yarısı, çaprazlamasına kesilmiş bir vale! Kartın, karttaki Vale figürlerinden birisinin sanki başı koparılmışçasına kesilmiş oluşu Komiser Tahsin’in tüylerini ürpertmişti.

Olay yeri ekibinin zaten yapacağı şeyleri tekrar tekrar söylemektense delillerin laboratuara gönderilmesini ve bir sonuca varılmasını beklemek üzere emniyete geçti komiser…

*

Sabah kahvaltısı niyetine yediği su böreği yeni bitmişti ki; yardımcısı Necip, Cinayet Büro’nun kapısından girmişti. Ellerini iki yana açan Komiser Tahsin, nerede kaldığını sorduğu çırağından nezaket ve mahcubiyet karışımı bir cevap almıştı: Birkaç gündür Bursa’daki ailesinin yanında olan Necip önceki gece geç saatte İstanbul’a dönmüş, sabaha kurduğu alarmı yanlışlıkla akşam için ayarlamıştı. Komiser gülümseyerek ayağa kalkıp ortağının sırtına babacan bir şekilde vurduktan sonra oturmasına fırsat vermeden laboratuara gitmesini ve delillerin ne alemde olduğunu sormasını istedi… O esnada Cinayet Büro’nun kapısından içeri iki kişi peş peşe girmişti.

İlk giren, kriminolog Nazan’dı. Peşinden ise, pek de Cinayet Büro’ya işi düşmeyen bilişimci Kenan girmişti.

Nazan, elindeki evrakları Komiser Tahsin’e verdikten sonra kısaca açıklamaya girişti:

- Komiserim, öldürülen şahıs Tahir Kum. Parmak izinden tespit ettiğim kimliğinin yanında bir de yakalama emri vardı; yasa dışı kumar oynatmaktan sabıkası varmış ama aranma sebebi farklı…

Komiser, Necip ve Kenan merakla Nazan’ı dinliyorlardı. Nazan ise komiserin elindeki evrakları uzanıp çevirerek bir sayfayı açtı.

- Geçtiğimiz ay Tekirdağ’da işlenen bir cinayet soruşturmasında, olay yerinde bulunan silahta parmak izi varmış. Silah da kendisinin üstüne kayıtlıymış zaten… Ancak o tarihten beri kendisine ulaşılamamış.

Komiser Tahsin, Nazan’a teşekkür ettikten sonra dosyayı ofisine bırakmasını işaret etti Necip’e. Necip, Komiser Tahsin’in odasına giderken Nazan da laboratuara dönmek üzere Cinayet Büro’dan çıktı.

Ortada kalan Kenan’a soran gözlerle baktı Komiser Tahsin. Kenan, Cinayet Büro’ya şöyle bir baktıktan sonra söyleyecek bir şey bulamamış olsa gerek omzunu silkti; ofisten çıkan Necip’e “Nasılsın?” diye seslendi. Komiser, bu saçma monologdan dolayı bağlantıyı kendisi kurdu: Bir süredir, Cinayet Büro’da çalışan Hale’yle kantinde sohbet ederken gördüğü Kenan’ın şimdi de Hale’ye bakmak için geldiğini fakat bunu söyleyemediğini anlamıştı.

Şaka yoluyla, “Söyleyecek bir şeyin var mı Kenan?” diye gülümseyerek çıkıştı genç bilişimciye. Kenan biraz durup olduğu yerde sallandıktan sonra aklına o an gelmiş bir fikri sundu Komiser Tahsin’e:

- Komiserim, az önceki cesedinizin kumar oynatmaktan sabıkası varmış; yasal olmayan kumarhanesinin nerede olduğunu bulabilirim!

Komiser Tahsin soran gözlerle Kenan’a bakarken, Kenan da uzanıp Cinayet Büro’nun ortasındaki sehpanın üstünde duran İstanbul Emniyeti dergisini aldı ve sayfaları karıştırmaya başladı. Bir süre sonra “Hah” diye durup, açtığı sayfayı komisere doğrulttu.

‘Foursquare’de Kumarhane İzleri’

Yazının başlığının yanında, Kenan’ın fotoğrafı vardı. Komiser Tahsin dergiyi eline aldıysa da, iç çekip Kenan’a bakmayı sürdürdü. Bu hareketi, uzun uzadıya öğrenilebilecek bir hususun özetlenmesi isteğini anlatıyordu komiserin. Kenan da derin bir nefes alıp bu talebe iştirak etti:

- Komiserim, olay şu: Yer bildirimi yapılan bir uygulama var. Bu uygulamada, bazı yasadışı kumarhanelerin izlediği yollar var. Kimisi bir apartman dairesinde, kimisi bir iş hanında kumarhane işletiyor. Reklamlarını yapmak için de bazı şifreli yöntemler geliştirmişler. Daha önceden mekana girip yer bildirimi yapmışsanız, size bir kod veriyorlar; siz o kodu kullanarak kumarhaneciyle iletişim kuruyorsunuz… Ben de sizin ölü bulunan kumarhanecinin Foursquare üzerindeki hareketlerini tespit edebilirim!

Komiser, gülümseyerek dergiyle Kenan’ın göğsünü hafifçe dürttü. “Tamam, o iş sende!” dedikten sonra da Necip’e döndü ve adamın silahının bulunduğu Tekirdağ’daki olayı incelemesi emrini verdi.

Necip ve Kenan, üstlerine düşen görevleri anlamış bir halde işlerinin başına dönerlerken Cinayet Büro’ya Hale gelmişti. Kenan’ın tam da bürodan çıkarken gelmesi üzerine, bilişimci genç polis belli belirsiz iç çekmişti. Gözleriyle selamlaşan Kenan ve Hale, birbirlerine yol verdikten sonra önce gülmüşler; akabinde ilk olarak Hale kapıdan geçip Cinayet Büro’ya girmişti. Kenan da belli belirsiz el salladıktan sonra koridora çıkıp kendi biriminin olduğu yere doğru ilerlemeye başladı.

Tam da Komiser Tahsin şaka yoluyla Hale’ye takılacaktı ki, cep telefonu birkaç kez çalıp kapandı. Bu, otopsi memuru Dok ile aralarındaki şifreydi. Dok, üzerinde çalışılan bir ceset varsa ve belirli bir aşama kaydedilmişse komiseri çağırmak için birkaç kez cep telefonunu çaldırırdı.

Komiser Tahsin otopsi odasına girdiğinde soğuk masaya özenle yatırılmış olsa da, kafasındaki tahribatın artık hiç düzelmeyeceği maktulü gördü ilk olarak. Yüzü ekşimişken, arka taraftaki lavabodan ellerini kurulayarak çıktı Dok. Emektar otopsi memuru, komiserin İstanbul emniyetindeki en eski arkadaşlarındandı. Güleç bir ifadeyle arkadaşını karşılasa da, karşılaştığı vahşi cinayet yüzünden yüzü solgun görünüyordu Dok’un.

-  Evet, Tahsin… Maktulümüzü tanıyorsun; Tahir Kum. Kafasına aldığı darbelerle öldürülmüş. Vücutta ufak tefek darp izleri var, pek çoğu birkaç ay önceden kalma hatta…

Komiser Tahsin, bir kaşı havaya kalkmış bir şekilde sözünü kesti Dok’un:

- Net olarak “şu kadar ay” diyebilir misin peki? Mesela bir ay öncesine ait olabilirler mi?

Dok, şaşkın bir ifadeyle bir cesede bir de komisere baktıktan sonra başını dalgınca salladı:

- Yani, bunun için biraz daha test yapmam gerekebilir ancak ondan sonra net bir şey söyleyebiliriz... Fakat biraz uzun sürer, iki gün falan…

Komiser, sabırsızca elini salladı:

- Fark etmez! Ne kadar sürecekse sürsün, sen testini yap sonucunu çıkar… Başka bir şey var mı? Yoksa sadece kafasına aldığı darbeler yüzünden mi ölmüş?

Dok, arkadaşı kesin ve sert bir şekilde konuşunca biraz bocalamış olsa da toparlandı ve ölüm sebebinin sadece kafasına aldığı darbeler olduğunu ve tahmini ölüm saatinin gece 03:30 sularında olduğunu belirtti. Sonrasında da, testlere hemen başlayacağını söyleyerek komiseri uğurladı…

*

Komiser Tahsin, dalgın dalgın kantinde çay içecek masa ararken kriminolog Nazan’a rastlamıştı. Nazan, genç olmasına rağmen kısa sürede çalışmalarıyla taktir toplamış ve İstanbul emniyetinin laboratuarlarında ciddi anlamda söz sahibi olmuştu.

Yanına oturan komiserle merhabalaştıktan sonra dalgın göründüğünden dem vurup, yardımcı olmak istediğini ileten genç kriminoloğa gülümsedi Komiser Tahsin.

- Valla, bir tek şu cesedin üstünde bulduğumuz iskambil kartına kafam takıldı. Olay kumarla mı ilgili, yoksa Tekirdağ’daki dosyayla mı; düşünmekten kafam çatlayacak!

Nazan dudağını büküp kafasını salladıktan sonra o an aklına takılan soruyu dile getirdi:

- Hangi karttı o amirim?
- Vale! Biz, yaşça biraz büyükler, “knave” diye de biliriz. Pokerde, iskambilde güçlü bir kağıttır…

Nazan anladığını ifade etmek istercesine başını salladıktan sonra söylendi:

- E bu çok ilginç!

Komiser, ilginç olanın ne olduğunu soracakken kendisi gülerek açıklayıverdi.

- Knave dediniz, değil mi? Dolandırıcı, üçkağıtçı anlamına da geliyor bildiğim kadarıyla! İskambilde güçlü bir kart ama, pis bir karakteri var sanırım!

Komiser Tahsin’in yüzü aydınlanmıştı. Elinde tuttuğu çay bardağındaki çayı bir yudumda bitirdi, sanki duyduğu şeyi tekrardan zihninde oynatıyor ve doğru şeyi duyup duymadığından emin olmaya çalışıyordu. En nihayetinde “Yaşa sen Nazan!” diye bağırdıktan sonra genç kızın bir şey sormasına fırsat vermeden kantinden fırlayıverdi.

Cinayet Büro’ya gelip de Kenan’ı ve Necip’i de büroda bulunca keyfi birkaç kat artmıştı Komiser Tahsin’in. Gülümseyerek, masaya koydukları dosyaları inceleyip fikir teatisinde bulunan genç polislerin yanına vardı komiser.

Komiserin geldiğini, masanın dibine kadar girince anlayabilen Necip ve Kenan önce irkilmiş akabinde ellerindeki bulguları açıklamaya girişmişlerdi. Aynı anda söze girdikleri için önce durmuşlar, göz göze geldikten sonra Necip’in işaretiyle ilk olarak Kenan konuşmaya başlamıştı:

-  Amirim, kısa sürede tespit ettim. Tahir Kum’un işlettiği bir kumar mekanı var; Nispetiye’de bir apartman dairesi. Fakat şunu ilginç bulacaksınız…

Kenan, sözlerini tamamladıktan sonra elindeki kağıdı Komiser Tahsin’e uzatmıştı. Foursquare uygulamasından alınmış bir ekran görüntüsüydü bu. ‘NamıkCL’ isimli bir kullanıcı, üç gün önce girmişti yorumu:

“Oyun oynamak için mekana geldik, apar topar kapatıp çıktınız! Ne kadar ayıp!”

*

Okuduğu “Oyun oynamak için mekana geldik, apar topar kapatıp çıktınız! Ne kadar ayıp!” yorumundan sonra Foursquare’de kayıtlı ‘NamıkCL’ kullanıcısının bulunması talimatını, Hale’ye veren Komiser Tahsin; bilişimci Kenan’a da teşekkür edip Necip’e dönmüştü.

Kenan’ın Cinayet Büro’dan çıkmasını gözucuyla seyrettikten sonra Necip’in anlattıklarına odaklandı.

- Amirim, Tekirdağ’daki cinayet olayını araştırdım. Bir kadın, evine girerken öldürülmüş… Müstakil bir evde yaşıyorlarmış, bahçeden silah sesi duyulunca komşular haber vermişler polise… Polis de evin birkaç metre uzağında Tahir’in silahını bulmuş. Haliyle de…

Komiser, “Tahir baş şüpheli oluvermiş!” diyerek Necip’in sözünü kesti. Genç polis, başını salladıktan sonra ekledi:

- Dahası var… Kadın, Tahir’in eski karısıymış! Kadının ikinci kocası, ifadesinde Tahir’in son zamanlarda kadına ulaşmaya çalıştığını falan söylemiş…

Komiser Tahsin bunun üzerine hafif telaşlanarak Hale’ye döndü. Peşi sıra komutlar yağdırmaya başladı:

- Hale, bırak şimdi NamıkCL’yi falan! Çabuk Tekirdağ Emniyeti ile irtibata geçiyorsun… Adamı bulup bize getiriyorlar… Dosyanın da bir örneğini yollasınlar bize!

Hale, bir anda teyakkuza geçen Komiser Tahsin’in talimatlarına şaşırarak onay verdi ve telefona sarıldı… Komiser Tahsin ise Necip’e dönmüş, hareketli halinden hiçbir şey kaybetmeden talimatlarını sürdürmeye koyulmuştu:

- Necip, sen de şu Namık mıdır nedir buluyorsun; gidip bir konuşuyoruz… Hadi durma!

Necip kafasını sallayıp bilgisayarının başına geçmiş; Kenan’ın getirdiği raporu önüne çekip internette arama yapmaya başlamıştı. Bir yandan içinden, o işin neden Kenan’a yaptırılmadığını sorgulayıp hayıflanıyordu…

Bu esnada Komiser Tahsin ise, Cinayet Büro’daki su ısıtıcısında ısıttığı sudan kendisine bir kahve koymuş ve odasına geçmişti. Olay Yeri Ekibi’nin şefi Yasin’in raporunu önüne çekmiş, içinden yeni bir şeyler çıkarıp çıkaramayacağını araştırıyordu. Olay yerinde ne öğrendiyse, raporda da o vardı ama bir terslik vardı…

“Madem nefret cinayetiydi, kimliği falan neden çalındı bu adamın?” diye içinden geçirdi. Kenan’ın, Necip’in önünde duran raporunda Tahir Kum’un işlettiği kaçak kumarhanenin adresi vardı. Telaşla ayağa fırlayan Komiser Tahsin, Necip’e yaptığı işi bırakıp kendisiyle gelmesi için talimat verdi ve bürodan çıktı. Birkaç saniye sonra kapıdan kafasını uzatıp, hemen ayaklanan Necip’e silahını da yanına almasını söyledikten sonra koridorda hızlı hızlı yürümeye başladı.

Necip koşa koşa yanına yetiştiğinde ise, bir şey sormasına fırsat vermeden kendi telefonunu uzattı.

- Beşiktaş Emniyet amirini arıyorsun, kaçak bir kumarhaneye baskın yapılması talimatını veriyorsun… Adresi de komisere mesajla yolluyorsun…

Necip’in bir şey sormasına gerek kalmamıştı! Verilen talimatı, arabaya binerken uyguladıktan sonra Nispetiye’ye doğru hızla ilerleyen aracın içinde, camdan dışarıyı izlemeye koyuldu.

*

Yarım saat sonra Beşiktaş Emniyet Amiri Turfan Gök, Komiser Tahsin’in elini sıkıp kendisine teşekkür ediyordu.

- Amirim! Son yıllardaki en verimli kumarhane baskınımız oldu! Bu çakallardan İstanbul’da 800’den fazla var! Millet artık Kıbrıs’a falan da gitmiyor; geliyor böyle apartman köşelerinde oynuyor… Ne acayip ya!

Emniyet görevlileri, tam teşekküllü bir kumarhaneye çevrilmiş olan apartman dairesindeki eşyaların envanter kaydını yaparak daireyi boşaltırken Komiser Tahsin gülümseyerek Turfan Gök’e baktı.

Necip’in delil poşetine yerleştirdiği; Tahir Kum’un odasından çıkarılan evrakları, ajandayı ve ikisi sahte olmak üzere üç pasaport ve bir kimlik kartını işaret etti.

- Ee, bizim yeni dosyamız için de sizin böyle bir desteğiniz şarttı!

İki taraf da gülümseyip ortaya saçılan lüks aletleri izlemeye devam ediyordu ki, Necip yanlarına geldi. Komiser Tahsin’in kulağına doğru eğilip konuştu:

- Amirim, Kenan mesaj attı… Bizim şu yorum yapan Namık’ı bulmuş. Hale de mesaj attı; kadının kocası Tekirdağ’dan getiriliyormuş yakında emniyete giriş yapacaklarmış…

Komiser Tahsin, kafasını salladıktan sonra Beşiktaş Emniyet Amiri’ne döndü.

- Amirim, tekrardan teşekkürler… Ben müsaadenizi istiyorum!

Ellerini havaya kaldıran Turfan Gök, gözlerini de kocaman açıp homurdandı:

- Valla bunu saymayız! Çay içmeye de beklerim komiserim!

Gülümseyen Komiser Tahsin, çay içmeye geleceğine söz verdikten sonra apartmandan Necip’le birlikte ayrıldı ve emniyete dönmek üzere yola koyuldu…

NamıkCL mahlaslı Namık Coral, Cinayet Büro’da Komiser Tahsin’in masasının karşısındaki sandalyede oturmaktadır. Namık sıkıntıdan patlayacakmış gibi görünürken, Komiser Tahsin içeri girmiştir. Elini uzatır, Namık ile tanışma faslını atlatır.

Sabırsızca ellerini önünde birleştirerek masasına yerleşir.

- Namık kardeşim, çabucak konuya giriyorum…

Sözünü tamamlamadan önce önündeki kağıt yığınını eliyle karıştırır ve bir tanesini çekip çıkarır. Namık’ın önüne doğru ittirdiği kağıt, Fousquare’deki yorumunun ekran görüntüsüdür. Yoruma baktıktan sonra Namık’ın yüzü bembeyaz olmuştur.

- Komiserim, beni bunun için tutuklayacak mısınız?

Komiser Tahsin bıyıkaltından gülerek sırtını koltuğuna yaslar. Gözucuyla Namık’a bakarak konuşur.

- Tutuklamamam için bir konuda bana yardımcı olmanı istiyorum.

Namık’ın, ne söylenirse söylensin yapabilecek bir bakışı vardı o an. Komiser Tahsin daha da keyiflenmiştir. Gülmesini bastırarak konuşmayı sürdürür.

- O akşam ne olduğunu bana anlatabilir misin?

Namık, şiddetle kafasını sallayıp anlatmaya koyulmuştu:

“O akşam, arkadaşlar çok ısrar ettiği ve methettiği için o adamın mekanına gittik. Birkaç dakika geçmişti ki, iki adam girdi mekana. Bu, mekanın sahibi Tahir midir nedir; bunları görünce kireç gibi bembeyaz oldu! Sonra da içeride bulunan herkese o akşamlık müsaade istediğini söyledi ve mekandan herkesi çıkarttı. Ben de bunun üstüne o yorumu attım…”

Çocuğun anlattıkları bitince Komiser Tahsin gözlerini kıstı, anlatılanları kafasında tekrardan dinliyordu. En sonunda, eliyle birkaç kez masada tempo tuttu ve son bir talebini dile getirdi:

- Namık kardeş, sen şimdi bizim emniyetin ressamına o gece o mekana gelen adamların eşkallerini çizdirebilir misin?

Namık, dudağını büktüyse de başını olumlu anlamda sağa sola çevirmişti. Komiser Tahsin “Yaşa!” diye bağırdı ve çocuğa kalkmasını işaret etti, akabinde birlikte ofisinden çıktılar. Hale’ye, çocuğa ressamı bulana dek eşlik etmesi talimatını verdikten sonra yanına gelen Necip’e döndü.

Hale ve Namık Cinayet Büro’dan çıktıktan sonra Necip de kafasıyla koridoru işaret etmişti.

- Amirim, bizim şu Tekirdağ’daki cinayetle ilgili olan diğer adamı getirmişler; sorgu odasındaymış…

Komiser Tahsin, gülümseyerek Necip’in omzuna vurur:

E tamam o zaman Necip, hadi biz de gidelim!

*

Olgun Bey, 40’lı yaşlarında olmasına rağmen biraz daha erken çökmüş bir hali vardır. Sorgu odasında tek başına beklerken canı sıkılmıştı. Komiser Tahsin içeri girince bu yüzden yüzü aydınlanmıştı. Komiser Tahsin, adamın karşısındaki sandalyeyi özenle geri çekerek oturdu.

Gözlerini Olgun’un gözlerine dikip dudağını büktükten sonra söze girdi:

-  Olgun Bey, başınız sağolsun. Çok yakın bir zamanda eşinizi kaybettiniz…

Olgun, mağrur bir edayla kafasını önüne eğdi ve cılız bir “Dostlar sağolsun” döküldü dudaklarından. Komiser Tahsin ise konuşmayı sürdürüyordur:

- Bildiğim kadarıyla, öldürülen Tahir Kum ile de bu vesileyle bir hukukunuz varmış…

Olgun, iyice sinirlenmiş görünüyordur. Komiser Tahsin, doğru bir damar yakaladığını hissederek yarayı kaşımayı sürdürdü.

- Siz mesela, Tahir Bey’le en son ne zaman görüştünüz?

Olgun, kafasını sağa doğru eğdikten sonra tıslarcasına konuştu:

- Bey demeyin şuna! Sinirim bozuluyor…

Komiser Tahsin, gülümsemesini bastıramadı.

- Nedenmiş o?

Olgun, sinirle ellerini masaya vurduktan sonra bir o kadar sinirli bir sesle çıkıştı:

- Ben hayatımda o kadar adi, o kadar üçkağıtçı bir adam daha görmedim! Üç gün sövüp, dördüncü gün bey diyorlar böylelerine! Anlarsın ya komiser!

Komiser Tahsin, gülümseyerek ayağa kalkar. Olgun’a beklemesini işaret ederek sorgu odasından çıkar. Köşedeki su sebilinden bir bardak su içtikten sonra, koridorda beliren Yücel’e selam verir.

- Ne oldu, bitti mi resim?

Yücel kafasını sallamıştır. Tam vedalaşırlarken Komiser Tahsin sorgu odasının kapısını açar ve dönüp Yücel’e bir şey soracakken; Yücel’in gözlerinin içeride oturan Olgun’a takıldığını fark eder…

Namık koridordan geçip gidecekken Komiser Tahsin’in geri girmek üzere kapısını açtığı sorgu odasında bekleyen, Tekirdağ’dan acilen getirilmiş olan Olgun’u görünce duraksamıştı. Bu duraksama, yılların polisinin gözünden kaçmamıştı ve apar topar sorgu odasının kapısını kapatıp Yücel’in koluna yapışmıştı Komiser Tahsin.

- Ne o, tanıdık mı geldi?

Yücel, bir an bocalasa ve kurtulmaya çalışsa da gizleyemedi. Kafasını olumlu anlamda sallayıp, birkaç adım geriledi. Duyulmaktan korkarcasına kısık sesle söze girdi:

- Amirim, bu adam oydu sanırım…

Komiser Tahsin, birkaç saniye bocalasa da yanlış duymuş olduğunu düşünerek konuştu:

- “Bu adam oydu” derken, o gece kumarhaneye gelenlerden birisiydi mi demek istiyorsun?

Yücel, kafasını salladıktan sonra sağına soluna bakıp kimsenin kendilerini izleyip izlemediğini kontrol etmişti. Bu hali Komiser Tahsin’e komik gelse de bıyıkaltından gülümsemekle yetinmişti. “İlahi, emniyette kim ne yapacak sana!” diye içinden geçirse de en yakın arkadaşlarından Nevzat’ın istifa etmesine varan bir süreci anımsadıktan sonra gülümsemesi dondu ve kendi dikkatini toparlama adına öksürerek boğazını temizledi. Yücel’in kolunu sıkı sıkı kavradı ve gözlerine dikti çakmak çakmak yanan gözlerini.

- Emin misin Yücel?

Yücel, derin bir nefes aldıktan sonra gözlerini yumarak kafasını olumlu anlamda salladı. Tam o esnada, bir memur koridora girmişti. Komiser Tahsin, memura bakarak parmaklarını şaklattı. Memurun dikkatini çektikten sonra da seslendi:

- Oğlum bana emniyetin ressamını getirsene; son çizdiği iki çizimi de getirsin!

Memur, dudağını ısırarak geri döndü. Belli ki, tam da kantine giderken yolu kesilmişti. Komiser Tahsin gülümseyerek “Hadi hadi, azıcık iş yap…” diye homurdandı içinden. Kolundan tuttuğu Yücel’in huzursuzca kıpırdandığını fark edince de kafasından çabucak bir çözüm türetti ve eliyle hafifçe itekleyerek konuştu:

- Hadi Yücel, sen git kantine otur şimdi. Benden bir çay iç… Kantinciye selamımı söyle!

Yücel dönüp giderken bir ıslık çaldı Komiser Tahsin. Dönüp bakan çocuğa da işaret parmağını sallayıp tehditvari bir şekilde komut verdi:

- Sakın bir yere kaybolayım deme ha!

*
On dakika sonra sorgu odasından teşhis odasına alınmış olan Olgun’un karşısında, arkasını göremediği camın gizlediği bölümde, üç kişi vardı. Yücel, Komiser Tahsin ve Cinayet Büro’nun bağlı olduğu izinlere imzasını atacak yegane kişi “Müdür” vardı. Yücel birkaç adım daha yaklaşıp gözlerini birkaç kez kırpıştırarak ayakta bekleyen sağa sola dönüp duran Olgun’a baktı. Beş saniye geçmemişti ki; kafasını sanki utanılacak bir şey yapmış gibi hafifçe öne eğerek Müdür’e ve Komiser Tahsin’e döndü.

Dudaklarını bükerek kafasını olumlu anlamda salladı.

- Bu o… O akşam Tahir’i kumarhaneden alıp götüren iki kişiden birisi o!

Komiser Tahsin, göz ucuyla Müdür’e baktığında adamın iç çekerek göz kırptı Komiser Tahsin’e ve dudak ucu kıvrılarak kafasıyla dışarıyı işaret etti. Yücel’i bir dakikalığına içeride yalnız bırakarak dışarı çıktılar.

Komiser Tahsin’in omzuna dokunan Müdür; gülümseyerek dudaklarını ısırdı.

- Tamamdır Tahsin, sen bu adamın ifadesini al; ressamın çizimi ve teşhis ifadesiyle birlikte savcılığa yönlendir. Ben de arama izni için nöbetçi savcıya baskı yapacağım; adamın evini bir arattıralım…

Komiser Tahsin hevesle onaylayıp içeriye yönelmişken Müdür, “Hah!” diye seslendi.

- Tahsin, bu esnada yapabiliyorsan sen de heriften itiraf koparmaya bak!

Sözünü tamamladıktan sonra göz kırpıp eliyle babacan bir tavırla koluna birkaç kez vurmuştu Komiser Tahsin’in. Bu güvenoyunun üstüne omuzları dikleşmiş, kolları daha da kasılmıştı tecrübeli amirin.

Teşhis odasına girip eliyle Yücel’in odadan çıkması için bir işaret yaptı. Yücel, endişeli tavrından zerre kaybetmeden Komiser Tahsin’in peşi sıra odadan çıkmıştı. Cinayet Büro’ya geçtikten sonra Komiser Tahsin Hale’ye seslenmiş ve Yücel’in Olgun için teşhis ifadesini almasını ve olay akşamıyla ilgili bu teşhise ek olarak ifadesini güncellemesini istemişti.

Necip, içtiği kahveden başını kaldırıp şaşkın şaşkın bakarken Komiser Tahsin’in gazabından payını almıştı.

- Necip! Sen de öyle şaşkın şaşkın durma çabucak Beşiktaş Emniyeti’ni ara ve bugün baskın yapılan kumarhanenin kira kontratı kimin üstüneymiş, bilgisini talep et; fakslasınlar hemen!

Necip kahvesini bir kenara bırakıp telefonuna sarılmışken Komiser Tahsin de Cinayet Büro’dan çıkmıştı. Bir boks maçı gibi gördüğü sorgu aşamasına geçmek için koridorda koşar adım ilerliyordu.

Teşhis odasına gelip kapıyı açtıktan sonra, içerideki Olgun’la göz göze geldi. Derin bir nefes aldıktan sonra kafasını sallayıp kendisini takip etmesini işaret etti adama…

Komiser Tahsin, sorgu odasında karşısında Olgun otururken uzanıp adamın ilk iki düğmesi açık bırakılmış yeşil-beyaz boyuna çizgili gömleğinin yakalarına yapışmamak için kendisini tutuyordu. Dişlerini gıcırdatarak elini masaya dayadı. Hafiften eğilirken ayağının arkasıyla da oturmadığı sandalyeyi sağa doğru ittirmişti.

Tüm bu gergin anlara rağmen Olgun, gözlerini kaçırma refleksi dahi göstermemişti. İpin ucunda olduğunu bilmiyor olamazdı; tek çare vardı, bir şiddete maruz kalması halinde avukatına başvuracak ve kendisini bir şekilde bu işin içinden sıyırmayı umacaktı… Evine bir ekip yollamanın anlamsız olduğunu hissetti Komiser Tahsin. Başka bir yol olmalıydı, ama nasıl?

Tam o esnada kapı çalındı ve Necip sessizce içeriye doğru süzüldü. Komiser Tahsin’le göz göze geldiklerinde kafasını birkaç kez, belli belirsiz öne doğru sallayarak elindeki dosyayı teslim edip sorgu odasından çıktı. Komiser Tahsin, ümitvar tavrını kaybetmek üzereyken dosyayı aralayıp bazı harfleri kafasında birleştirerek okuduğu metni anlamaya çalıştı.

Anladığında ise, dudaklarının ucu kıvrıldı; gülümsemesini bastırmaya gerek duymadan Olgun’a diker gözlerini. Olgun ise bu tavır karşısında hem dosyaya dair meraka kapılmış, hem de biraz bocalamaya başlamıştı.

Komiser Tahsin, göz göze geldiği Olgun’a karşı kaşlarından birisini havaya kaldırdı ve elinin tersiyle dosyayı kapattı.

- Olgun Bey, siz sanıyorum ki öldürülen Tahir Bey’le çok samimiydiniz! Hani, bir insan başka birisinin eski karısıyla evlenebilir ama garip bir şey var…

Olgun, huzursuzca sandalyesinde kıpırdandı. Sağ eliyle, sol elinin bileğini kaşımaya başladı. Bu esnada Komiser Tahsin konuşmayı sürdürüyordu:

- Bir insanın karısı, nasıl olur da eski kocasının işlettiği kaçak kumarhanenin tapu sahibi olabilir?

Olgun, derin bir nefes koyuvermişti. Sırtını sandalyesine yaslayıp gözlerini kıstıktan sonra kafasını hafifçe yana doğru eğerek konuştu:

- Ne o komiser? Mal mülk sahibi olmak ne zamandır suç?

Komiser Tahsin, iki elinin avuç içleriyle masaya iyice yaslandıktan sonra kafasını sağa sola sallayıp cevapladı bu çıkışı:

- Yok, o öyle değil de… Malı mülkü var diye bir kadını öldürmek suçtur herhalde, değil mi?

Olgun şaşkınca bakarken Komiser Tahsin sözlerini sürdürüyordur:

- Hatta yetmeyip, o kadının mülk sahibi olduğu dairenin kiracısını da öldürmek suçtur sanırım?

Komiser Tahsin, karşısındaki adamı bu şekilde yıpratamayacağını anlasa da bozuntuya vermeden yüklenmeye devam etme kararıyla tam ağzını açacaktı ki kapı bir kez daha tıklandı. Kimin, neyi getirmiş olabileceğini kafasında tartıp biçerken kapı açıldı ve Müdür kafasını uzattı içeri. Eliyle gelmesini işaret etti Komiser Tahsin’e.

Dışarı çıkan Komiser Tahsin, biraz agresif bir tavır takındı. Müdür, elini havaya kaldırdı.

- Dur şimdi Tahsin. Sırası değil… Tekirdağ Emniyeti’ne faks çektik, az önce bir şey yolladılar, bir bak istedim.

Müdür’ün uzattığı kağıt, faks gönderisinin klasik siyah-beyaz tonlamasında bir resimdi. Kısa bir an sonra bu kağıtta yer alan figürün, bir iskambil kartı olduğunu anladı Komiser Tahsin. Müdür’ün uzattığı başka bir şeffaf dosyada renkli bir kağıt vardı. O kağıdı da faksla yan yana değerlendirince ikisinin aynı desteye ait iskambil kartı oldukları aşikardı. Renkli kağıtta yer alan kart, cesedin üstünde buldukları yarısı kesilmiş ve hafiften kan sıçramış bir Vale’ydi… Faksta yer alan kart ise Vale’nin tam haliydi.

Komiser Tahsin’in gözleri parlamış, uzanıp bir çırpıda çekmişti Müdür’ün elindeki kağıtları. Akabinde soluk almadan sorgu odasına girdi ve elindeki kağıtları masaya koydu. Olgun’un yüzü, resimlere baktıktan sonra asılmış; eliyle yüzünü kapatmış, burnunun kemerlerini ovuşturmaya başlamıştı. Bir yandan “Ah Murat ah!” diye homurdanıyordu. Komiser Tahsin bu kez muzaffer bir tavırla masaya yaslanmıştı.

- Murat kim? Hani o gece Tahir’i, mekanından birlikte kaçırdığın işbirlikçin mi?

Daha fazla kaçacak yeri kalmamıştı Olgun’un. Yüzünü daha da astı, yarım ağızla homurdandı:

- Hepsi onun başının altından çıktı!

Komiser Tahsin, “Tabii tabii” der gibi baktı Olgun’un yüzüne. Olgun ise umursamadan anlatmaya devam ediyordu.

- Sonradan anladım, dedikoduydu sadece… Murat, yeğenimdir. Ufak ufak oymaya başladı zihnimi. Bir gün geldi, “Abi” dedi “…senin Leyla’nın İstanbul’da bir dairesi varmış; onu da Tahir’e kiralamış.” Başka bir gün geldi, “Abi” dedi gene abisi batasıca! “Bu ikisi hala görüşüyor mu acaba?” Böyle böyle kafamı karıştırdı, böyle böyle girdi kanıma…

İç çektikten sonra konuşmayı sürdürdü Olgun:

- Artık her şey taşma noktasına geldiğinde bir silahla geldi, dedi ki silah Tahir’inmiş; “Bununla öldürelim Leyla’yı” dedi… İkisinden de kurtulursak, hem mal mülk hem de iş yapan kumarhane bizim olacaktı…

Komiser Tahsin, ilk kez orada kesti sözünü Olgun’un.

- Ama işler umduğunuz gibi gitmeyince, bir de Tahir’i öldürelim dediniz… Olaya da kumarhane süsü vermek için basit bir tiyatro tertiplediniz…

Eliyle masadaki iskambil kağıdı görsellerinin üstüne bastırdı. Artık karşısındaki adamın söyleyecek hiçbir şeyi kalmamıştı… Başını bu kez, yaptığı hatanın farkına iş işten geçtikten sonra varan bir çocuk gibi eğmişti.

İçinden düzeltti kendi düşüncelerini Komiser Tahsin:
“Çocuk gibi değil, sadece korku filmlerinde cinayet işler çocuklar…”

BU HİKAYENİN SONU