21. Bölüm: VALİZ



Çizim: Tolga Özasil

Çıkan Kısmın Özeti: Çip Projesi'ne dair yaptığı araştırma sayesinde büyük bir şebekenin varlığını ayyuka çıkaran Komiser Tahsin'e Müdür'den büyük destek gelmiş ve "Heraklitos Operasyonu" adıyla başlatılan operasyonda emniyetten birçok polis gözaltına alınmıştı. Gözaltına alınanlar arasında, projenin mucitlerinden Genetik Mühendisi Zoran Berberoviç de vardı.


21. Bölüm: "Valiz"

Komiser, arada bir karşısına çıkıp kendisine yardım eden adamın Eminönü İskelesi'nde kendisine verdiği balık poşetinin içindeki CD'yi ve kabına iliştirilmiş kağıdı evine varana dek poşetten çıkartmamıştı. Boşandığından beri tek başına oturduğu apartman dairesine gelip, anahtarını kilide sokarken bir terslik olduğunu hissetti. Temkinli bir şekilde daireye girdiğinde, salonun tam ortasında bir kızıl ışık fark etti: Yanan bir sigaranın, karanlık odada oluşturduğu etkiydi bu.

Odada kimin olduğunu, daha ilk adımını daireye atar atmaz anlamıştı komiser. Bu parfüm kokusuna nerede rastlasa, aynı isim geliyordu hep aklına...

"Yasemin..." diye mırıldandı.

Salonun ortasındaki sandalyede oturan, belli belirsiz görünen kadın elindeki sigarayı yanındaki sehpanın üstünde yer alan kül tablasının üstüne birkaç kez bastırarak söndürmüş ve ayağa kalkmıştı. Odanın ışığını yakmak için hamle yapan komisere mırıltıyla karışık bir sesle bunu yapmamasını söyledi kadın. 

Sesi bile, ilk günkü gibi aklında kalmıştı komiserin. Boşandıktan sonra neden başka bir eve geçmediğini, üstüne üstlük kilidi bile neden değiştirmediğini o an tam anlamıyla kavradı: Bir gün dönerse diye yapmıştı her şeyi...

Yasemin, karanlık odaya ay ışığının vurduğu kadarıyla, hala eski günlerdeki gibi güzel görünüyordu. O an komiserin tek düşündüğü şey, kendisinin nasıl göründüğüydü. Yıllar ona yaramış mıydı, yoksa çökmüş müydü? Ne düşünüyordu Yasemin? Onun gördüğü gibi mi görüyordu yoksa gözleri, beynine farklı bir görüntüyü mü aksettiriyordu?

Yasemin odada ilerlemiş ve komiserin tam karşısına dikilmişti. Bir müddet odaya sinmiş parfüm ve sigara kokuları eşliğinde durdular. Neden sonra, Yasemin ağzını açtı ve o an kapattı. Cümlelerini toparlamaya çalışıyordu. Komiser ise, bir şey düşünmek yerine anın akışına kendisini bırakmıştı. Nereye çekilirse, gelişigüzel savrulacaktı.

- Sen mi tutuklattın?

En sonunda çıkan bu cümleyle komiser birkaç saniye bocaladı. Yusuf ile Yasemin'in sonradan evlendiği aklına sonradan geldi. Yasemin, Yusuf'tan bahsediyordu. Oraya da, muhtemelen, sadece bunun için gelmiş olmalıydı. Komiser, içinde yıllardır kırılmayı unutan pek çok hissin tekrar belirdiğini ve tekrar kırıldığını hissetti.

"Hayır." diye yanıt verdi sert ve keskin bir sesle.

- Neden peki? Ne oldu birdenbire?

Yasemin'in ses tonu bir anda değişmiş; mahcubiyet ve daha da güçlü bir acizlik belirmişti harflerinde. Bakışlarının dahi değiştiğini görebiliyordu komiser. Bu sorunun cevabını kendisinin de bilmediğini söyledi. Zaten söyleyebilecek başka bir şeyi de yoktu.

- Gerçekten mi Tahsin, gerçekten bir bilgin yok mu?

Üstüne basa basa sorduğu soruların, ikna olma isteği taşıdığını şıp diye anlamıştı komiser. Ne de olsa 10 yıla yakın bir süre evli kaldığı kadındı hala Yasemin. Belki yaşantısı ve koşulları değişmişti, belki desteklediği siyasi görüş bile değişmişti ancak tepkileri hiç ama hiç değişmemişti.

- Hiç ama hiçbir ilgin yok değil mi?

Komiser başını olumsuz anlamda salladıktan sonra Yasemin, belki kendisinin de beklemediği bir şey yaptı ve uzanıp komisere sarıldı. Boşluğa düşmüş gibi hissetti o an komiser. Sanki önce odadaki, sonra apartmandaki, daha da sonra mahalledeki, en sonunda ise İstanbul'daki her şey bir boşlukta savruluyor gibi geliyordu komisere. Asır gibi gelen üç-dört saniye sonrası Yasemin toparlandı, komiserden uzaklaştı. Komiser evine gelene dek oturduğu sandalyenin yanından çantasını aldı ve dış kapıya doğru ilerledi. Çıkacakken geri döndü.

- Ev böyle çok hoş olmuş... Daha da güzelleştirmek için, küllüğün altına bir hediye bıraktım.

Tekrar dönüp gidecekken gene duraksadı Yasemin. Sırtını dönmeden, "Kendine dikkat et" temennisi döküldü dudaklarından. Sonra da çıkıp gitti.

Komiser, o an CD'nin yer aldığı balık dolu poşeti hala elinde tuttuğunu fark etti. Poşeti yavaşça yere bırakıp küllüğün altındaki şeyi incelemek üzere sehpaya doğru ilerledi. Işıkları açmadığını da, küllüğü havaya kaldırınca anlamıştı. Küllüğün altından, eliyle yokladığında anladığı kadarıyla birkaç bilet çıkmıştı. Ne biletiydi bunlar? Otobüs?

Salonun ışıklarını açtığında elinde tuttuğu biletlerin uçak bileti olduğunu gördü. Dikkatle incelediğinde biletlerden birisinin, kendisinin kaçırdığı ve düşen İstanbul - Adana uçağına ait olduğunu gördü. Biletlerin en altında ise bir kartvizit vardı. Üstünde yazılı ismi sesli bir şekilde okudu Komiser Tahsin:

"Gazeteci Atalay Demirsoy"

Uykusunun feci halde bastırdığını anladığında biraz dayanmak için balıkları buzdolabına götürmezse balıkların bozulacağı fikrini kendi kendisine dayatmak zorunda kaldı. Şeffaf bir delil poşetinin içine konulmuş CD'yi özenle çıkarıp balık dolu poşeti buzdolabının derin dondurucu bölümüne koydu.

Buzdolabını kapatırken gözü fosforunun ışıldadığı saatine takıldı ve gecenin ikisi olduğunu gördü. Biraz of'ladıktan sonra CD'yi mutfak camından gelen sokak lambasının hizasına tutup üstündeki kağıdı okumaya çalıştı.

"İnternet bağlantısı olmayan bir bilgisayarda çalıştırmanızı tavsiye ederim. Yetişemediğiniz Adana Havaalanı'nda alamadığınız valizde neler olduğunu görmenizi istedim..."

Komiserin uykusu bir anda dağılıvermişti. Kendisine apar topar bir kahve yaptı ve Kenan'dan aldığı, hala salondaki masanın üstünde duran bilgisayarı açıp CD'yi taktı.

*

Birkaç saatlik uykuyla sokağa çıktığında, kendisini terk edilmiş kasabalara yolu düşen yolcular gibi hissetti komiser. Çarşamba sabahı, altı buçukta kim niye sokakta olacaktı ki zaten?

Komiser, arabasına binmeden önce duraksadı. Sokakta kimsenin olmayışı bir kez daha dikkatini çekti. Kendisi takip edenler bile yoktu! Heraklitos Operasyonu'nun başlatılmasıyla, oklar kendisinin üzerinden çekilmiş olmalıydı. Arabasının kapı koluna elini uzatmışken tekrar duraksadı: Peki ya gerçek böyle değilse?

Yaklaşık beş dakika orada öylece dururken telefonunun çalmasıyla kendine geldi. Telefonu açıp kulağına götürürken arabasının kapısını açtı ve sürücü koltuğuna oturdu. Telefonun diğer ucunda Necip vardı.

- Amirim, duydunuz mu?
- Hayda, gene ne oldu be Necip? Bu sefer de Müdür'ü mü gözaltına aldılar?
- Hay Allah... Benden duymanızı istemezdim... Yasemin Hanım dün gece bir kaza geçirmiş...

Birkaç dakika duraksadı komiser. Onun duraksamasını fırsat bilen Necip de kısa bir özet geçti:

- Ben de Asuman'ı ziyarete gittiğimde öğrendim. Ben oradayken getirdiler Yasemin Hanım'ı ambulans ile. Sordum soruşturdum, çok net bir bilgi bulamadım ama bir motosiklet çarpmış dediler. Tam da sizin evin oradan çıkınca dolmuş yoluna dönüyorsunuz ya, orada...

Arabadan kendisini dışarı attı komiser. Çok bunalmıştı. Duyduklarının bir rüya olmasını istiyordu. Uyanacaktı, bilgisayar başında kendisine verilen CD'yi incelerken uyuyakaldığını fark edecekti. Duraksadı ve dişlerini sıktı. Mekan ve zaman değişmemişti. Dişlerini sıkmayı sürdürürken arkasından bir araba yaklaşınca dikkat kesildi. Necip kulağında telefonla sürdüğü arabayı tam arkasında durdurmuştu.

Birbirlerine bakakaldıklarında hala telefondan konuşmayı sürdürüyorlardı.

- Amirim, siz bu psikolojiyle araba süremezsiniz diye düşündüm. Zaten bu civardaydım, atladım geldim.

Komiser hala şok halindeyken başını salladı ve Necip'in yanındaki koltuğa geçti. Araç birkaç dakika sonra hastanenin önüne gelmişti. Komiser fırlayıp inerken Necip arkasından "Beşinci kat, dört yüz numaralı oda!" diye bağırdı. Necip park edip de arabadan inene dek, komiser gözden kaybolmuştu.

Tahsin, asansörü bekleyemeyeceğini anlayıp merdivenlere atıldı. Beşinci kata çıkana dek soluk soluğa kalmıştı ama odanın önüne varmıştı. Duraksadıktan sonra gözlerini kapatıp içeri girdi. Yasemin, yatakta yatıyordu. Gözleri kapalıydı ve ağzında bir maskeyle oksijene bağlanmıştı. Soluğu kesildi komiserin.

Birkaç saat önce ayakta durabilen birisi, bir anda bazı dinamikler değişince yatağa düşüyordu. Peşinden koşarak odaya girmiş olan hemşire komisere müdahale edecekken Necip de odaya girmiş ve hemşireyi kolundan kibarca tutup dışarı doğru çekmişti.

Komiser, boğum boğum olmuş gırtlağına takılan hecelerle birlikte Yasemin'in yattığı yatağın yanındaki sandalyeye çöküverdi. Ellerini çenesinin altında birleştirip öylece, nefesini tutmuş bir şekilde, boşandığı kadına bakakaldı.

Aradan geçen dakikalar boyunca içinden çok şey geçirdi. Söylemek isteyip söyleyemediği pek çok şeyi önce kendisine, sonra da Yasemin'e söyledi içinden. Ne var ki, kendisine kabul ettirse dahi dile getiremeyeceği pek çok şey vardı. Yeri ve zamanı değildi söylemenin, hiçbir zaman da yeri ve zamanı gelmeyecekti. O an bir şeyi çok iyi anladı komiser: Bazı şeyler bitebiliyordu.

Özlemek mesela, sahip olamayacağını; sahip olsa da, istediği gibi olmayacağını anladığında bitiyordu. Nefret mesela, karşı tarafın sandığı gibi nefret etmediğini öğrendiğinizde bitiverirdi. Aşk ise, bazen biterdi de; bitmemiş gibi yapardı. Kapalı bir kağıt bardaktaki kahve gibi; kapağını açana dek içinde bir-iki yudum da olsa kahve var mı yok mu anlayamazdınız.

Kapı çalınınca daldığı düşüncelerden sıyrılıverdi komiser.

Necip içeriye kafasını uzatmıştı.

- Amirim, Müdür beni aradı şimdi. Sizi aramış ulaşamamış... Bugün emniyete gelirseniz göreve dönüş işlemlerinizi yapacakmış. Buraya da iyileşene kadar Yasemin Hanım'ın kapısında nöbet tutacak bir görevli gönderiyormuş şimdi.

Komiser son bir kez Yasemin'e baktıktan sonra içinden geçen cümlelere bir nokta koydu. Uzanıp usulca parmaklarını tuttuktan sonra sıkıca kavradığı elini, dudaklarına götürüp bir öpücük kondurdu ve geri bıraktı. Ayağa kalkıp Necip'le birlikte hastaneden çıkmak üzere koridora geçti.

Asansöre bindiklerinde kapının kapanması için bekledikleri kısa sürede Tahsin, Necip'e döndü ve Asuman'ın durumunu sordu. Necip durumunun iyi olduğunu, gün içinde uyandırılacağını ve her şey yolunda giderse cumaya dek taburcu olabileceğini öğrendiğini iletince komiser derin bir nefes aldı.

Hastaneden çıkarken, montunun önünü açtığında iç cebine koyduğu uçak biletlerini ve içinde çok tehlikeli bir ses kaydının yer aldığı CD'yi anımsadı. Necip sürücü koltuğuna oturacakken koluna dokunup yandaki koltuğa geçmesini işaret edip direksiyonun başına geçti komiser.

Emniyete giderken gözü sürekli yolu tarayan komiser en sonunda "Hah!" diye bir çığlık koyvermiş ve sert bir şekilde aracı sağa çekmişti. Şiddetli bir duraksama evresinden sonra Necip yarı şaşkın yarı korkmuş bir şekilde bir komisere bir de durdukları yere bakmaya başladı. Komiser apar topar arabadan inip tam önünde durdukları bir kargo şirketi şubesinden içeri girdi. Beş dakika geçmeden geri çıkıp direksiyona oturdu. Necip bir şeyler sormak istese de, komiser kontağı çevirir çevirmez farklı şeylerden bahsetmeye başlamıştı.

Necip kısaca son dönemde uğraştıkları dosyaya dair bilgiler aktarırken emniyete varmışlardı. Araçtan inip de emniyete girdikleri anda Necip kargo şubesinin önündeki duraksamalarını çoktan unutmuştu. Cinayet Büro'da Hale ile de kısa bir "Hoşgeldin" / "Hoşbuldum" seremonisi akabinde eski günlerdeki gibi önündeki davaya odaklanmış gibi görünüyordu komiser.

Gün boyunca, Zincirlikuyu'da ölü bulunan kadın ile ilgili davanın dosyalarını okudu Tahsin. Birkaç kez çay içmek ve ufak aperatifler atıştırmak haricinde odasından çıkmadı. Dışarıdan bakıldığında, tamamen dosyaya kanalize olmuş gibi görünse de aslında kafasında pek çok farklı düşünce dönüp duruyordu komiserin.

Bunların ilki; Necip ve Nevzat'ın fotoğraflamayı başardığı, çip projesinin ilk adımını attıkları apartmanda yaşayan adamlara dairdi. Yasemin'i ve Asuman'ı da düşünmeden edemiyordu ancak en çok düşündüğü şey, sabahın ilk saatlerinde kargocuya bıraktığı ve gün içinde teslim edileceğinin garantisini aldığı CD ve uçak biletiydi. Gerçekten de adını ilk kez duyduğu gazeteci güvenilir birisi miydi? Dosyayı aldığında bağlantıları çözebilecek miydi?

Önce Hale'nin, ardından da Necip'in iyi akşamlar dileyerek Büro'dan çıktığını hayal meyal yaşadı komiser. Jöleyle kaplı bir birikintiye dalmış ve yüzeye çıkmaya çalışıyor gibiydi. Gerçekten bunaldığını hissetmeye başlayınca kafasını kaldırıp masasının karşısındaki duvara asılı saate göz attı. Saat on ikiyi geçiyordu.

Önünde boğulduğu dosyaya bir kez daha bakıp karnının ne kadar acıktığını anladı. Arabasını yanına almadığı için Nevzat'ın lokantasına gitmesi mümkün değildi. Emniyetin karşısındaki kafeteryaya geçip bir tost söylemekle yetindi.

Tostu ve çayı geldiğinde, havanın soğuduğunu da yeni yeni fark etmişti. Montunu iyice kapattıktan sonra tostunu ve çayını eş zamanlı tüketmeye başladı. Yaklaşık bir saat sonra ikinci bardak çayını da içip evine gitmek için bir taksi çevirmek niyetiyle ayağa kalktığında emniyetin dibindeki gazete bayisinin bir sonraki günün gazetelerini almaya başladığını fark etti komiser.

Bayiye doğru seğirtip göz ucuyla Atalay Demirsoy'un çalıştığı Tahrif Gazetesi'ni aradı. En sonunda gazeteyi bulduğunda manşetindeki bir kelime çok heyecanlandırdı komiseri ve uzanıp gazete demetinden bir tane alıp açtı.

"Emniyetteki Çetede Uçak Çatırtısı"

'Geçtiğimiz günlerde İstanbul Emniyeti'nde başlatılan Heraklitos Operasyonu'nun ucu düşme sebebi hala açıklanamayan İstanbul-Adana uçağına kadar uzandı! Gazetemize dün öğlen saatlerinde emniyet içindeki yapılanmaya müdahil olan bir Genetik Mühendisi'nin, emniyetin üst düzey personeline verdiği emirleri içeren bir ses kaydı geldi...

Halkın haber alma özgürlüğüne duyduğumuz saygı nedeniyle, konuşmayı doğrudan yayınlıyoruz.'

Haberin görselleri olarak ise Zoran Berberoviç'in ve Yusuf'un vesikalık fotoğrafları kullanılmıştı.

Komiser gülümseyerek gazeteyi katlayıp koltuğunun altına sıkıştırdı ve ücretini ödedikten sonra büfeden uzaklaştı. Evine kadar daha uzun bir süre yürüyecekti...

21. Bölümün Sonu