16. Bölüm: MEÇHUL MUHARRİR

Çizim: Tolga Özasil

Çıkan Kısmın Özeti: İstanbul Cinayet Büro'da görevli Komiser Tahsin, intihar olayı gibi görünen bir ölüm vakasını derinlemesine soruşturmaya başladığında işin arkasından emniyet içindeki bir yapılanmaya kadar uzanan geniş çapta bir dizi tıbbi deney çıkar. Araştırmayı derinleştirme konusunda sıkıntıya düştüğü bir anda, Komiser Tahsin kaçırılır ve Kanlıca'da bir lokantada tanımadığı bir adamla "sessiz" bir sohbete girişmek zorunda kalır. 

 16. Bölüm: "Meçhul Muharrir"


Tahsin, hafif geri giderek şok halinden yavaş yavaş çıkmakta olan bünyesine güvenip konuşmaya başladı:

- Ne oluyor burada?

Adam, havadaki elini yumruk yapıp usulca yanına bıraktı, ceketinin cebine soktu.

- Komiser, bu hengame için kusura bakmayın ama sizi buraya getirmem hem beni hem sizi tehlikeye sokuyor yeterince. Bir gizlilik olması en doğrusuydu. Bu sabah GATA’da karşılaştığınız tablo zaten telefonlarınızın dinlendiğine sizi ikna etmiştir sanıyorum ki?

Tahsin bir şey demeden adamı dinlemeyi sürdürdü. Tane tane, akıcı bir dille konuşan adamın ne iş yaptığını merak etmeye başlamıştı. Ve tabii, kendisini niye buraya getirdiğini de.

- Velhasıl-ı kelam; sizi büyük bir gizlilikle buraya getirttim çünkü size yardımcı olabileceğim bir nokta var. Ancak bu konuşmanın fazla uzadığını düşünüyorum; oturmaz mısınız?

Tahsin, etrafı incelemeyi sürdürerek sandalyeyi el yordamıyla çekip adamın karşısına oturdu. Adam, önündeki tablete bir şeyler karaladıktan sonra kendisine uzattı.

“Size Çip Projesi’yle ilgili yardımcı olmak istiyorum.”

Tahsin başını kaldırıp karşısında oturan adamın gözlerine baktı. Samimiyet vardı ve bir yorgunluk okunuyordu adamın gözlerinden. Başını salladı Tahsin. Tekrar tableti önüne çeken adam yeni bir şey yazmaya başladığında Tahsin’in önüne de bir Türk kahvesi getirilmişti. Komiser, merakla adamın yazdıklarını beklerken kahveden içmeye başladı.

“Size vereceğim belgeleri büyük bir gizlilikle incelemenizi istiyorum. Kimseyle bilgi paylaşımı yapmayın. Hele hele Asuman Şen ile asla.”

Günün sabahında çay bahçesinde otururken Asuman’ın dalgın tavırlarına denk geldiğini hatırladı Tahsin ve ürperdi. Köstebek o olabilir miydi? Komiser bunu düşünürken tablet tekrar silinip yeni bir yazıyla dolmuş ve önüne itilmişti.

“Bu belgeleri de internet bağlantısı olan bir bilgisayar kullanarak açmayın. Belgede yazan kelimeler, terimler ve kişilerle ilgili olarak internette bir araştırma yapmayın.”

Tahsin başını sallayarak tableti geri itti. Kahvesi bitmek üzereydi. Başına bir ağrı çöreklenmişti; alkolden olduğunu düşündü. Tablet son kez önüne itilirken gözlerinin hafifçe karardığını hissetti. Tabletteki yazıyı okurken kendinden geçtiğini hayal meyal fark etmişti.

“Size güveniyorum.”

*

Tahsin, kendine geldiğinde evinin salonunda buldu bitap düşmüş bedenini. Saat sabahın beşiydi; sabah ezanı yeni okunuyordu. Ayağa kalkmaya çalışsa da bir müddet bunda başarılı olamadı. Gözlerini kırpıştırdıkça sanki beynine bir şeyler batıyor gibiydi!

Öyle ki; camdan içeri yavaş yavaş süzülen güneş ışığına karşı bile tahammülsüzdü gözbebekleri. O an, odada yalnız olmadığını fark etti. Belli belirsiz de olsa bir başka nefes alış verişi vardı odada. İrkilerek sağına soluna bakınmaya başladı ve en nihayetinde adresi bulduğunda rahat bir nefes aldı: Bu, Nevzat'tı.

Neden onun evindeydi ve ne işi vardı bilmiyordu komiser ama bu eski arkadaşını ölüme beş kala hislerini yaşadığı anlarda yanında görünce rahatlamıştı çokça. Tekrar gözlerinin kapandığını hissetti, bu kez daha rahat bir uykuya gömülüyor gibiydi...

*
Necip'in emniyetten uzaklaştırılmasının üzerinden çok zaman geçmemişti ancak genç polis, şimdiden kendisini boşluğa düşmüş hissediyordu. Sabah dokuza doğru uyandığında bir an işe geç kalma telaşesi yaşadıysa da kısa süre içinde yakın geçmişinin belleğinde bıraktığı ayak izlerini takip etmeyi başarmıştı.

O an aklına gece yarısı kaçırılan Komiser Tahsin gelince apar topar baş ucunda duran telefona sarıldı Necip. İkinci çalışta komiserin telefonu açıldı lakin karşı taraftaki ses, komisere ait değildi! Birkaç saniye sonra bu sesin eski özel harekatçı, balıkçı Nevzat olduğunu anlamıştı Necip.

Kısa bir selamlaşma faslı akabinde Nevzat'ın komisere refakat ettiğini ve komiserin hala uyanmadığını öğrendi Necip. Birkaç saat sonra buluşma temennisiyle telefonları kapattılar. Yapacak acil bir işi olmadığı için, sallana sallana mutfağa gidip kendisine bir kahvaltı sofrası kurmaya başladı Necip.

Modern hayatın iş kaynaklı keşmekeşinden en çok böyle zamanlarda nefret ediyordu. İnsana, insancıl bir yaşam payı bırakmayan koşturmacalar en çok böyle keyif zamanlarında kendi antipatilerini yaratıyordu. Çay demlendiğinde mutfağa doluşan çay kokusu sayesinde bir önceki gün çay bahçesinde yapılan konuşmaları hatırladı Necip. Ancak, konuşmaların konusundan ziyade; Asuman'ın sesinin tınısı doluşmuştu belleğine. Gülümseyerek çay doldurdu masadaki fincanına. Fincanı uzun süredir konuşmadığı kardeşinin aldığını hatırladı, sonra da neden küstüklerini hatırlamaya çalıştı ancak başarılı olamadı.

İnsanı en çok da, en keyifli anlarında sarmalayan o yara kabuğu kaşıntısı tadındaki huzursuzluklardan birisiydi bu da. Çayını içerek bu hissi bertaraf etmeye çalıştı.

*

Komiser, tekrar uyandığında daha iyiydi. Sabahki uyanışını hatırlayınca ürperdiyse de, bu kez daha rahat bir şekilde kalkabilmişti yattığı/yatırıldığı kanepeden. Gece kaçırılarak Kanlıca'daki bir restauranta götürülüşünü anımsayınca irkildi. O an odada Nevzat'ın olduğunu hayal meyal hatırladı ve etrafına bakınırken aradığı kişinin kapıdan girdiğini gördü.

Nevzat, elinde bir tepsi ve tepside iki kupayla odaya girmişti. Tahsin'in uyandığını görünce gülümsedi, babacan bir kahkaha attı.

- Nihayet uyandın mı! Güzellik uykusuna yattın sandım bir an yahu!

Tahsin başını sallarken hala fazla hızlı hareket edemediğini midesi bulanınca anlamıştı. Önündeki sehpaya konan fincana baktığında öğürme hissini bastırmaya çalıştı. Bu, hiç sevmediği nane limondan başka bir şey değildi. Nevzat'ın fincanında ise kahve olduğu, kokusundan belliydi.

- Fincanları değiştirelim mi? diye homurdandı çatlak ve tok bir sesle Tahsin

Nevzat bir kahkaha daha atıp başını olumsuz anlamda salladı. Birkaç dakika boyunca içeceklerini yudumlamakla yetindiler ancak Tahsin'in merakının tırmandığını gören Nevzat, daha fazla işkence etmemek adına açıklama yapma gereği hissetti.

- Dün gece telefonuma bir mesaj geldi. Seni, gece bire doğru Beykoz'daki kundura fabrikasından almam gerektiği yazıyordu. Ben de önce seni aradım ancak telefonun kapalıydı. Sonra Necip'i aradım ve kaçırıldığını öğrendim! Çılgına döndüm, inan bana bir an seni ölü bulacağımdan bile korktum! Neyse ki gece bire doğru Beykoz'a gittiğimde seni ellerin ayakların bağlı bir şekilde fabrikada buldum. Başucunda da bir not vardı.

Bunu dedikten sonra oturduğu kanepede sağına uzandı ve bir kağıdı alıp Tahsin'e uzattı. "Tahsin Bey'e zoraki misafirlik yaptırdık, umarız ikramlarımızdan memnun kalmıştır..."

Tahsin kağıdı okuyunca tatlı sert bir küfür bastı. O esnada, konuştuğu adamın kendisine vereceği belgeleri hatırladı. Ayağa fırlayıp üstünü başını yoklamaya başladı. Bu ani hareketlenme, Nevzat'ı bir an ürkütmüştü. Bir şey sormadan Tahsin'i izlemeye koyuldu. Tahsin, odadaki bir sandalyenin üstüne bırakılmış ceketine koşturdu. Ceplerini yokladığında bir şey bulamadı. Omuzları çöktü. Geceki tiyatronun ve bu patırtının bir sebebi olmalıydı! Tam o esnada kapı çalındı.

Kapıyı açtığında bunun bir kurye olduğunu gördü. Kurye "Tahsin Bey?" diye sorup onay aldıktan sonra elindeki paketi teslim edip geri döndü. Gözü bu kuryenin bir yerden tanıdık geldiğini bas bas bağırırken salona döndü, o an cep telefonuna bir mesaj gelmişti. Paketi masanın üstüne bırakıp telefonunu eline aldı.

-.. . -.. .. -.- .-.. . .-. .. -- ..  ..- -. ..- - -- .-

Gelen mesajı görünce bir sistem hatası olduğunu düşünerek telefonunu bir kenara bıraktı. Paketi açtığında içinden bir cd çıkınca, kuryeyi nereden hatırladığını bulmuştu! Bu adam, bir önceki gece kendisini arabayla Kanlıca'ya götüren adamdı! Telefonu tekrar eline alıp mesaja bir kez daha baktığında bunun mors alfabesiyle yazılmış bir metin olduğunu şaşırarak fark etti.

Her şey planlı ve programlı ilerliyordu kendisine yardım etmeye çalışanların tarafında. Adamın söylediği son sözleri hatırladı o an Tahsin: "Size güveniyorum."

*

Necip komiserin evine geldiğinde bir müddet bir önceki gecenin  özeti ve son gelişmeler konuşuldu. Sonra Tahsin'in elindeki cd ve cep telefonuna gelen mesaj üzerinde kafa patlatıldı. İşin içinden çıkamadıkları anlar gelip çatmıştı. O saniye Tahsin'in telefonuna bir mesaj daha geldi.

 -.- --- .-. -.- -- .-

Artık sabredemeyen Tahsin, telefonuyla bir numarayı çevirip daha önce de yardım aldığı Bilişim Şube'deki arkadaşını aradı. Öğle tatilinde emniyetin karşısındaki kafede buluşmak istediğini söyleyip, karşı tarafa reddetme payı bırakmadan telefonunu kapattı. Sırtını koltuğuna yasladığında biraz daha rahatlamıştı. 

*

Emniyetin karşısındaki kafede otururlarken, arkadaşının sık sık etrafına huzursuzca bakmasını izleyip bıyık altından gülüyordu Tahsin. Önüne çektiği peçeteye bir şeyler karalayıp karşısındakinin önüne ittirdi.

"Bana internet bağlantısı olmayan bir bilgisayar lazım"

Adam bunu okuduktan sonra önündeki çaydan bir yudum alıp Tahsin'e göz ucuyla bakarak göz kırptı. Tahsin masaya çay parası bırakıp peçeteyi de alarak masadan kalktı, "İyi günler" dedikten sonra arkadaşının yanından da uzaklaştı. Çocuğun öğle tatilini daha fazla zehir etmeye niyeti yoktu. Komiser halen mors alfabesi bilen birisini nereden bulacağını düşünüyordu arabasına binerken...

Arabasıyla trafikte ilerlerken  kafasını meşgul eden sorunları kovalamaya çalıştı. O esnada telefonuna yeni bir mesaj daha gelince irkilerek fren ve debriyaja basıverdi Tahsin. Arkasından çalan kornalara mukabil, "Ben de sizin lan! Ben de sizin!" diye bağırarak tekrar gazladı. Tekrar telefonu çaldığında tam küfredecekti ki, açtığında bunun Zihni Beşsoy olduğunu anladı.

Komiserin, Adana'da buluşmak için sözleştiği fakat uçağı kaçırdığı; uçağın düşmesiyle de hayatını kaybeden Tufan Edip Yetiş'in üniversitedeki hocasıydı Zihni Beşsoy. Kafede yaşadıkları tiyatral kavgayı anımsayınca dudaklarının ucu kıvrıldı Tahsin'in. Gülüşü, Zihni Beşsoy'un sözleri bitene kadar sürdü sadece:

- Komiser, beni öldürecekler sanırım.

*

Zihni Beşsoy, endişeli gözlerle odasının kapısına ve pencerelerine bakıp duruyordu. Sık sık terlemesi, hem itici görünüyordu hem de üzücü bir tabloydu. Fısıldayarak konuştu:

- Bir süredir, tehdit ediliyordum... Odamın kapısında bir ses bombası bile patlattılar, inanır mısınız? Sonra olayı daha önce dersimi alıp dersimden kalan bir öğrenci üstlendi ama... Hiç inandırıcı değildi!

Adamın, kendi kendisi üzerinde şizofrenik bir ortam yarattığı aşikardı. Ancak daha önce takip edildiğini bilen birisinin, şimdi de tehdit edildiğini söylemesinde bir gerçeklik payı olmalıydı. Komiser odanın duvarlarına baktığında başarılı akademisyenin pek çok sertifikasının olduğunu gördü. Klasik "eğitim" sertifikaları haricinde işitme engelliler konusunda yaptığı çalışmalara dair de bazı sertifikaları vardı. Komiserin gözleri parladı.

- Mors alfabesini bilir misiniz hocam? diye hevesle atıldı.

İçinde bulunduğu ruh hali gereği, alakasız bir soruya gözlerini kırpıştırıp dudaklarını yalayarak karşılık verdi ilk başta Zihni Beşsoy. Sonrasında başını olumlu anlamda salladı. Komiser hevesle telefonunu uzatırken, karşı taraftan telefonu alan elin titrediğini görünce daha bir üzüldü akademisyen için. Mesajları, gözlüğünü takarak okumaya başladı Zihni Beşsoy. Başını hafifçe kaldırıp mesajları sırasıyla komisere doğru gösterdi.

- Bu mesajda, "Dediklerimi unutmayın" yazıyor. Bu mesajda ise "Korkma" yazılı...

Üçüncü mesaja geldiğinde duraksadı. Birkaç kez okuduktan sonra öksürüp sırtını koltuğuna yasladı, sanki nasıl anlatacağını bilemez gibiydi.

- Size bu mesajları kim gönderdi, hiçbir fikriniz yok mu?

Komiser başını olumsuz anlamda sağa sola salladıktan sonra üçüncü (ve son) mesajın çevirisini beklemeye koyuldu.

- Bu mesajda, "Ben ölsem de bu davayı bırakma" yazıyor. 
- Emin misiniz hocam? Aynen öyle mi yazıyor?

 Zihni Beşsoy, bir iki kez daha mesajı okuduktan sonra kararlı bir şekilde komisere dikti gözlerini.

- Evet, hiç şüphesiz!

O an, Zihni Beşsoy'un odasının kapısı tıklandı; komiser gayri ihtiyari bir şekilde uzanıp telefonu alıp pantolonunun arka cebine sokmuştu. İçeri, polisler girince bunun ne kadar doğru bir hareket olduğunu anlamıştı. Polislerin en önünde duran, sivil giyimli komiseri bir bakışta tanımıştı Tahsin.

Bu, Yusuf'tu. Tahsin ve Necip emniyetten uzaklaştırıldığında cinayet büroya geçici olarak atanan, eski baş belası! Kendisini görünce hiç şaşırmamasının sebebini anlayabiliyordu: Telefonunu kimlerin dinlediğini az çok tahmin ediyordu zaten Tahsin...

- Zihni Bey, bize lütfen zorluk çıkartmayın. Elimizde arama iznimiz var... Odanızda arama yapacağız. Bir uçak kazası sebebiyle sizin de içinde bulunduğunuz bir grup, zanlı durumuna düştü. Delil arıyoruz...

Zihni Beşsoy ayağa fırlamıştı. Tahsin'e bakarak bağırmaya başladı.

- Sen de onlardan yanasın değil mi! Biliyordum! Beni öldüreceksiniz!

Cama doğru koşmaya başlayan iri yapılı akademisyeni, birkaç polis atlayıp zar zor tutabilmişti. Komiser Tahsin, bu esnada kalabalıktan sıyrılıp önce odadan, sonra kattan ve en son da üniversiteden çıktı. Dudaklarını ısırıyordu.

İki farklı ve ne tesadüfse kendisine yardımcı etmeye gönüllü insan, öldürüleceklerinden şüphelendiklerini aynı anda dile getirmişti. Çemberin daraldığını, hedefe gereğinden fazla yaklaştığını hissetti komiser. O saniye aklına evindeki cd düştü. Arabasına atladığı gibi, evine doğru yol almaya koyuldu...


16. Bölümün Sonu