14. Bölüm: ZİNCİR

Çizim: Tolga Özasil

Çıkan Kısmın Özeti: Komiser Tahsin, araştırdığı intihar görünümlü cinayet vakasında emniyet içi bir yapılanmanın kuyruğuna bastığı için dosyadan alınıp süresiz izne çıkarılmıştır. Çip projesinin finansörlerinden birisiyle buluşmak için bindiği uçak düşürülünce olayın ciddiyeti iyice ayyuka çıkar. Ekip, takip ediliyordur ve bu durumu lehlerine çevirmek için bir adım atmaya karar verirler. Bu adım, Necip'in de emniyetten uzaklaştırılmasına neden olur ve hamlelerinin beyhude olduğunu düşünmeye başlarlar...

14. Bölüm: “Zincir”


Necip'in de uzaklaştırma cezası alması üzerine, Tahsin oturduğu sandalyede şöyle bir geriye yaslanmış ve ender zamanlarda tüttürdüğü sigarasından birkaç nefes çekmişti.

- E, şimdi ya beni geri çağıracaklar ya da başka birini atayacaklar şubeye. İki tane ofis tipi eleman kaldı ellerinde; koskoca cinayet büroyu ofisten mi yönetecekler?

Kast ettikleri, Hale ile Orhan'dı. Bu iki memur, genelde Tahsin ve Necip'le fazla muhatap olmaz ve ofisten ayrılmadan bilgisayar bazlı işleri yapardı. Rapor tutmak, dilekçe yazmak, dilekçe cevaplamak... Tahsin ve Necip bu konuyu şimdilik bir tarafa bırakıp özgürlüklerinin tadını çıkarmaya karar verdiler. Emniyetin karşısındaki bir kafede buluşmuşlar, çay içiyorlardı. Hava güzeldi; güneşe bakıp gözünü kıstı ve dalgınca konuşmayı sürdürdü Tahsin.

- Yine de, başka birini atasalar bile er ya da geç bizi geri çağıracaklar.

O esnada emniyetin önünde jeep tipi büyükçe bir araç durdu. İçinden, sivil giyimli bir adam refakatçisi bir polisle indi. Güneş gözlüğünü çıkarıp önce emniyete, sonra da etrafa bakarken Tahsin'le göz göze geldiler. Bu husus, Necip'in dikkatinden kaçmadı. Tahsin ise, çayını bir an önce bitirip kalkmak için hamle yapmıştı. Mecburen Necip de komisere ayak uydurdu. Onlar kalkarken jeepten inen adam da yolun durumuna bakıp karşıdan karşıya geçmek üzere girişimde bulunuyordu. Tahsin, Necip'i adeta sürükleyerek arabaya bindirdi ve alelacele uzaklaştılar.

- Kimdi o? diye sordu Necip biraz uzaklaştıktan sonra.
- Kim kimdi? diyerek cevapladı Tahsin, göz ucuyla dikiz aynasından arkasına bakarak.

Necip, dilinin ucuna kadar gelen sözcükleri yutarak kendini günün akışına bırakmayı tercih etti.

*

Nevzat'ın balık lokantası, bir süredir kahvaltı mekanları da olmuştu. Asuman hariç tüm ekip toplanmış, kahvaltı yapıyordu. Necip, başına gelenleri bir kez de Nevzat'a anlattı. Nevzat, iç çekerek ekmeğine tereyağı sürmeyi sürdürdü. Pek bir şey konuşmadılar. Gözleri, Necip'in masaya koyduğu usb bellekteydi. Necip'in aldığı bilgileri kontrol edebilmeleri için Asuman'a ihtiyaç duyuyorlardı zira ellerindeki tüm belgeler Asuman'ın bilgisayarında kayıtlıydı.

Kahvaltı sonrası hem açık havada oturmak hem de birer Türk kahvesi içmek için, yakınlardaki bir çay bahçesine gitmeyi tercih ettiler. Garsona siparişleri verdikten sonra denize bakarak bir süre sustular; o esnada Nevzat'ın da Tahsin'in yüzündeki durgunluğu anladığını, kaş göz işaretleriyle de bu durumu sorguladığını fark etti Necip. Yine de sesini çıkarmayıp kahvesini içmeyi tercih etti. Birkaç dakika sonra Asuman uzak köşeden görününce, dikkatler de onun üzerine çekilmişti. Tahsin belli belirsiz rahat bir nefes aldı.

Asuman geldi, masaya oturdu ve daha ağzını açamadan gelen garsona bir tost ve çay siparişi verip garsonu başlarından savdı.

- Mesajını alır almaz gelecektim ama yeni bir görevin ortasındaydım; yetişemedim! Nasılsın Necip?

Necip, bir anda üstüne odaklanan ilgiden hem memnundu hem de şaşkındı. Bir şey diyemedi, eliyle "Geçti gitti" minvalinde bir hareket yaptı.

- Size kötü bir haberim var yalnız! Bilgisayarı evde unutmuşum... Ev arkadaşımla biraz kavga ettik, o sinirle evden çıkarken...
- Hayırdır? Niye kavga ettiniz?

Normalde işine çok bağlı olan Necip'in, Asuman'ın sıkıntılı bir durumunu öne sürerek yapamadığı bir işi anlatması esnasında işten ziyade Asuman'ın sıkıntısına odaklanması Komiser Tahsin'in gözünden kaçmamıştı. Ses çıkarmamayı tercih etti, durumu izlemeyi sürdürecek; eğer işler çığrından çıkacak gibi olursa da duruma müdahale edecekti. Asuman'ın da eliyle "Boşver" minvalinde bir hareket yapması üzerine bu küçük ayrıntı da geçti, gitti.

- Arkadaşlar, lafınızı balla kesiyorum ama ben bir şeyi merak ediyorum... diyerek söze girdi Nevzat. Siz, bu öldürülen çocuğun nerede ameliyat edildiğini araştırdınız mı?

Bir anda duraksadılar. Kulağa delice geliyordu ama, hangi çocuk diye düşündükleri bile oldu saniyenin binde biri bir zaman diliminde dahi olsa. Özkan'dan bahsediyordu tabii ki! Necip eliyle alnına vurdu.

- Tabii ya, komiserim! Biz bir şeyi atladık! Özkan ameliyat olmuşsa, bunu ameliyat eden bir doktor da olmalıydı! Nasıl da atladık!

Komiser suskundu. Neden sonra, bu tarz bir araştırmayı nasıl yapabileceklerini tartışan üç kişilik gruba muhalif görüşüyle dahil oldu:

- İyi de, bu adamlar Özkan'ı ameliyat ettirirken gidip bir hastaneden bir izin alacaklardı? Kaldı ki, buna kim izin verir, nasıl izin verir?
- Peki, ya aslında ameliyatın bu amaçla yapıldığını bilmiyorlarsa? İzin verenler yani? diyerek cevabını geciktirmeden sundu Nevzat.
- Nevzat, öyle saçma şey mi olur!

Son cümlesini kurduktan sonra duraksadı komiser. Pek âlâ, olurdu. Emniyetin içine dek sızan bir yapılanmanın; pıtırak gibi çoğalmış, tamamen cüzdana odaklı özel hastanelerden birisinde kendisine yer bulamayacağı ne malumdu? Üstelik, hastaneyi paravan olarak gösterebilmeleri de cabasıydı.

Sustu, başıyla onayladı Tahsin. Masadakiler de Tahsin'deki bu ani değişime anlam verememişti doğal olarak. Düşündüklerini bir kez de sesli dile getirdikten sonra cep telefonuna uzandı komiser.

- Kimi arayacaksınız komiserim? diye atıldı Necip.

Tahsin, cevap vermemeyi tercih ederek telefon rehberinden bir numarayı buldu ve arama tuşuna bastıktan sonra telefonu kulağına götürdü. Birkaç saniye sonra karşı tarafın açmasıyla birlikte yüzünde bir gülümseme belirdi komiserin. Nedense insanlar da hep, sanki karşı taraf görüyormuş gibi jest ve mimiklere başvurmaz mıydı telefon konuşmaları sırasında?

- Hah, Handan! Nasılsın?

Handan'ı masada oturanlardan bir tek Nevzat tanıyordu. Tahsin, Nevzat ve Handan'ın tanışıklıkları; arkadaşlıkları kadar eskiye dayanıyordu. Necip ve Asuman ise, konuşmanın nereye gideceğini anlamaya çalışıyordu.

- Ben de iyiyim, çok sağol Handan. Senden bir şey rica edeceğim ama seni sırf bunun için aradığımı sen anlama, olur mu?

Kısa bir süre gülüştüler, sonra Tahsin yalandan bazı mahcubiyet ifadelerine başvurdu ve son olarak ağzındaki baklayı çıkardı:

- Sana şimdi mesajla bir isim yollayacağım. Geçmişe dönük üç aylık bir arama yapmanı ve bu isimde birisinin İstanbul'da herhangi bir hastanede ameliyat edilip edilmediğini bulmanı istiyorum. Yapar mısın bunu benim için?

Birkaç saniye daha eften püften konulardan konuştuktan sonra, Tahsin'in teşekkür etmesiyle telefon görüşmesi sona erdi. Telefonu kapatır kapatmaz Özkan'ın kimlik bilgilerini mesajla yolladı komiser. Telefonu masaya bıraktıktan sonra da masadakilerin yüzlerine bakıp duraksadı ve kısa bir açıklama yapma gereği hissederek konuştu:

- Handan, bir hastanede kurucu ortak olarak çalışıyor. Yönetici yani. O bulamazsa kimse bulamaz. Hele ki, bizim gibi emniyetten kısa süreli de olsa aforoz edilmiş olanlar, hiç bulamaz.

Masadakiler rahatlamışa benziyordu. Nevzat hariç. Onun derin düşüncelere daldığını gören komiser, göz kırpıp kendisine doğru eğilmesini işaret etti. Nevzat yanaştığında, komiser de eğilip kısık sesle konuşmaya başladı:

- Yusuf, İstanbul'a dönmüş Nevzat. Bugün emniyetin önünde gördüm.
- Ne diyorsun yahu! Onun ne işi varmış İstanbul'da?

Tahsin, "Sen de cevabı biliyorsun" der gibi ısrarlı ve kararlı bir şekilde baktı Nevzat'ın gözlerine. Bir dakika sürmemişti ki, Nevzat'ın yüzü aydınlandı.

- Yok artık! Müdür, o kadar da aşağılıklaşamaz! Di' mi?

Tahsin'in bakışları aynen devam ediyordu. Nevzat pes etmek zorunda kaldı: Aşağılıklaşabilirdi. Bir şey demeden, tekrar eski konumlarına döndüler sandalyelerinde. İkisinin arasındaki bu fısıltı hali, Necip'in dikkatini fazlasıyla çekmişti. Bir şey söylemese de, bakışlarıyla komiseri göz hapsine aldı kısa süre. Bu hapis, masadaki cep telefonunun çaldığı ana dek sürdü. Hepsi birden irkilmişti telefonun sesine. Tahsin bir çırpıda uzanıp açtı telefonu. Bir eliyle de kağıt-kalem işareti yaptı. Asuman, çantasını karıştırarak yırtık pırtık bir not defteri ve güdük, tombul bir kalem uzattı komisere.

- Evet Handan, kulağım sende!

Handan konuştukça, Tahsin not aldı. Not aldıkça da şaşkınlığı artıyordu. Bir-iki dakikalık telefon görüşmesi sonunda, istediği bilgileri elde ettiği aşikardı. Ancak bu bilgiler, onun daha çok kafasını karıştırmışa benziyordu. Telefon kapandıktan sonra derin bir nefes alıp, öğrendiklerini masadakilerle paylaşmaya başladı.

- Ameliyat, iki buçuk ay önce gerçekleşmiş. Kulak ameliyatı diye geçiyor ama ayrıntısı yok! Ameliyat, GATA'da yapılmış. Ancak ameliyatı yapan doktor GATA bünyesinde değil, özel görevlendirmeyle ameliyat yapmış. İsmi de, Murat Hersal'mış. Doktora dair hiçbir bilgi yok ama, sanırım biz bu adamı biliyoruz Necip?
Masadakiler bir anda Necip'e dönünce Necip şaşkınlıktan bir şey diyemedi ancak sonra bir anda sanki unuttuğu bir şarkının sözlerini hatırlarcasına duraksadı.
- Evet! Sabri Hersal'ın babasıydı!
- Sabri Hersal da, Özkan'ın oturduğu apartmanda ikinci dairede kaldığı zilde yazan ancak bir türlü akıbetine ulaşamadığımız komşusu... diyerek homurdandı Tahsin.

Masadakiler de bu ani bilgi akışından dolayı afallamış durumdaydı. Necip'in getirdiği usb belleğin içindeki bilgilere her şeyden çok ihtiyaç duyuyorlardı o an. Sabırsızlıklarını içlerine gömüp sustular bunun yerine. Necip de, yeni öğrenilen bu bilgi ışığında kendisini boşa feda etmediğine daha fazla ikna olmuştu. Dilini ısırarak kahvesinden son yudumları aldı. Güneş iyice tepeye çıkmıştı ve kendilerini bekleyen bir sürü dosya var gibi hissediyorlardı.

İçlerinde, ilk bakışta asla anlamayacakları hatta farklı bir dilde yazılmış gibi gelen bilgilerin olduğu dosyalar vardı... Fakat bir ucundan tutup çektikleri taktirde pamuk ipliği gibi çözülecek bir zincire dahil olmuşlardı. İlk kez somut bir adım atmış gibi hissediyorlardı. Tahsin, tepelerine vurmaya başlayan güneşten gözlerini kaçırırken, Asuman'ın huzursuz bir şekilde önüne baktığını fark etti. Sonradan düşünmek üzere bu ayrıntıyı aklına kazıdı. O an, düşüneceği çok daha önemli ayrıntılar vardı.

Ancak komiser bir şeyi unutmuştu: Şeytan, ayrıntıda gizliydi.

14. Bölümün Sonu