12. Bölüm: BELLEK



Çizim: Serdar Burak Yıldız

Çıkan Kısmın Özeti: Komiser Tahsin, araştırdığı intihar görünümlü cinayet vakasında emniyet içi bir yapılanmanın kuyruğuna bastığı için dosyadan alınıp süresiz izne çıkarılmıştır. Çip projesinin finansörlerinden birisiyle buluşmak için bindiği uçak düşürülünce olayın ciddiyeti iyice ayyuka çıkar ve Komiser Tahsin ve ekibi davayı dışarıdan yürütmek için kolları sıvar.

12. Bölüm – “Bellek”

Akademisyen Zihni Beşsoy ile sohbetinden sadece adamın bir şeyler bildiğini ve gözünün, kendisini takip eden birileri olduğunda anlayacak kadar, açık olduğunu anlamış olarak evine dönüyordu Komiser Tahsin. Bir de, hâlâ takip edildiğini bilerek. Kendisini takip eden adamın, kafeden çıkarken ona çarpmasının tesadüf olmadığı düşüncesi tüm zihnini meşgul etmeye başlamıştı bile! Basit bir gözdağı mıydı bu, yoksa daha farklı mesajlar içeren bir fiziksel temas mıydı?

Buna kafa yorarken son zamanlarda hep Nevzat'ın balık lokantasında buluşup beyin jimnastiği yaptıkları küçük ekibe ve onlar kadar da alkole ihtiyaç duyduğunu hissederek hayıflandı. Emniyetten süresiz izne çıkarılalı şunun şurasında kaç gün olmuştu ki emekli moduna girmişti hemencecik?

Mesleği bırakması için vücudunun kendisine verdiği bir sinyalse bile, bu sinyali es geçmeyi tercih edecekti doğal olarak! Belki bir süre İstanbul'dan uzaklaşmalıydı, belki de başka bir yere tayin istemeliydi... Ancak o kadar çok yaşanmışlık vardı ki İstanbul'da, hepsini elinin tersiyle itip tertemiz bir sayfa açamayacak kadar yıpratmıştı ömür defterini. Eğitim yıllarında merak saldığı ölümden sonra hayat felsefesini, ilk cinayet soruşturmasında bir kenara atıvermişti.

Dün gibi hatırlıyordu Afyon'da mesleğe yeni atıldığı dönemde önüne gelen ilk davayı. Bir çocuk öldürülmüştü. Kaçırılmıştı daha doğrusu ancak ölü bulunmuştu. Doğal bir ölüme benziyordu; dere yatağından mosmor cesedi çıkarılmıştı. O küçüçük bedeni kayıkların arasında kum-çakıl karışımı zeminde görünce içinde hayata dair ne varsa hepsi solmuştu komiserin. Bir çocuğun ölümüne seyirci kalabilen bir yaratıcı kavramı zihnine düşmüştü. Sonrasında farklı kayıplar, farklı yaşlarda ve farklı sosyal statülerde ölüler...

Cesetlerin farklı görünmesini sağlayan şey yaşları, statüleri, paraları değildi; öldürülme şekilleriydi. Ayaklarından tavana çivilenmiş bir ceset bile gördükten sonra ölüme dair merak ettiği tek şey, ölürken nasıl görüneceği olmuştu Komiser Tahsin'in. Bilhassa boşandıktan sonra, yalnız başına yaşadığı evinde tek başına öleceğini ve uzun süre kimsenin onu bulamayacağını düşünmeye başlamıştı. Bu yüzden emniyette gördüğünde hep sevdiği narkotik köpekleri dahil, evcil hayvan beslemeye karşı durmuştu: Kim öldükten sonra cesedini kemirecek bir canlıya bağlanırdı ki zaten?

Belleğinde, boşanmaya dair tatsız anılar belirmişken evine vardı komiser. Asansörü değil, merdivenleri kullandı bu kez. Seri adımlarla, arada bir ikişer basamak çıkarak evinin kapısına ulaştı.  Deliğe anahtarını sokup çevirirken, zili çaldığında içeriden kapıyı açmak için koşturan bir kadın figürü belirdi zihninde. Gözlerini kapattı, açtı. Bu kadarcık bir sürede figür yok olmuştu.

Artık sadece karnının açlığı ve karanlıklar içindeki evi vardı. Işıkları yakmadan mutfağa gitti, su ısıtıcısını çalıştırdı ve el yordamıyla ilk çekmeceye koyduğu hazır noodle poşetlerinden birisini çıkardı. Karanlıkta, avuç içleriyle mermer tezgaha dayanmış bir şekilde bekledi ve su ısıtıcısı suyu ısıttığını ilan eden sesini çıkarttığı anda uzanıp boy hizasındaki mutfak dolabından bir kase çıkarttı. Taşırmamaya özen göstererek noodle'ı kaseye boşalttı ve üstüne de sıcak suyu boca etti.

Beş dakika sonra oturma odasında sehpaya ayaklarını uzatmış, kucağında tuttuğu kaseden hazır Çin makarnasını çatalının ucuna dolayıp yiyordu. Yemeği bittikten sonra açlık hissinin hala devam ettiğini üzülerek fark etti ancak uyku o kadar bastırmıştı ki, göz kapaklarının kapanmasına engel olamadı. Anlamsız, kabus olarak adledilemeyecek kadar basit ama basit olarak da sınıflandırılamayacak kadar rahatsız edici bir dizi rüyanın koynunda huzursuzca uyuklarken telefonu çalınca uyanıverdi Komiser Tahsin.

Kucağında unuttuğu kase, komiser kanepeden ayaklandığında büyük bir gürültüyle yere düşerek kendisini anımsattı. Bir küfür savurarak telefonun sesinin geldiği yeri aramaya başladı. Oda hala karanlık içindeydi, haliyle daha sabah olmadığı belliydi. Karanlığa da bir küfür savurarak telefonu en son ceketinin cebine koyduğunu hatırladı. Ceketinin hala üstünde olduğunu fark etmesi de bir dakika kadar sürmüştü. Fark edince bir küfür daha savurarak elini ceketinin iç cebine götürdü.

Telefonu çekip çıkarırken eline bir şey daha değmiş ve telefonla birlikte çıkıp yere düşmüştü. Ne olduğunu bilmiyordu, o an telefona bakıp Necip'in aradığını görünce de cebinden bir şeyin çıktığını unutmuştu.

- Komiserim, nasılsınız? Açmadığınızda korktum biraz, bir şeyiniz yok değil mi?

Uykudan yeni kalkan insanlara özgü birkaç saniyelik gecikme sonrası Necip'in sözlerini algılayabilmişti Komiser Tahsin.

- İyiyim, iyiyim. Sadece bir şeyden eminiz artık; izleniyorum. Üstelik konuştuğum insanlar da izleniyor... Sen bile izleniyor olabilirsin...

Necip, kesik ama ciddi bir kahkaha attı.

- Komiserim, beni niye takip etsinler? Dava resmi olarak bitti, sizin davayı kovaladığınızı bilen birileri evet, sizi takip edebilir ama beni...

Necip konuşurken Tahsin karanlık oturma odasında ilerleyip cama gitmişti. Perdeyi aralayıp dışarı baktı, konuşmaya devam etti:

- Necip, oturma odandaysan gidip perdeyi bir aralar mısın?

Birkaç saniye sonra bu komutun gerçekleştiğine dair tepki geldi Necip'ten.

- Birkaç sokak lambası ileride, şöyle camları karartılmış ve sanki içinde kimse yokmuş gibi görünen ama her an yola çıkmaya hazır bir görüntü içinde, yani en yakın park halindeki araçtan en az iki araçlık mesafede duran bir araba yok mu yani?

Necip duraksamıştı.

- Bende de aynısı var, oradan biliyorum. Sıkma canını, yaşamını tehdit etmezler ama can sıkarlar. Evinde ciddi bir şeyler bulundurma; bu konuları da telefonda pek konuşmayalım. Yarın sabah buluşuruz gözüm.

Vedalaşıp telefonu kapattıklarında Tahsin uykuya tekrar dönme planlarıyla oturma odasından çıkmak üzere yürüyordu ki, karanlık odada ayağı yerdeki bir şeyin üstüne denk gelince şiddetle sızlamıştı. Birkaç dakika önce cebinden çıkan şey olduğunu anlamıştı komiser. Ne olduğunu anlamak için de eğilip el yordamıyla eline aldı ve pencereye doğru tuttu. Kaşları çatıldı, dudağı kıvrıldı. Bu, ona ait bir şey değildi: Bir usb bellekti.

O an ilk kez saatine baktı Tahsin; tam on ikiydi. Taksim civarında açık bir internet kafe bulabileceğini biliyordu, daha önce bir cinayet soruşturmasında tanık ararken bulduğu bir internet kafe işletmecisini hatırlıyordu. Ceketini çıkarıp kabanını giyip evden çıktı Tahsin.

Takip edilmek istemediği için arabasını kullanmak bir yana, ışıkların değmediği duvar diplerinden ilerleyerek ana yola çıktı. Tramvay hattı bomboştu, durakta bile kimseler yoktu. Eminönü'ne varana dek yarım saate yakın bir süre yürümüştü. Köprüye vardığında her zamanki gibi balık tutanların olduğunu görmek şaşırtmadı Tahsin'i. Birkaçına "Rastgele!" diye seslenerek yürümeyi sürdürdü.

Taksim Meydanı'na nihayet vardığında saati biri geçmişti. Açık hava çok iyi gelmişti; bin fincan kahveden daha güçlü bir uyku kaçırıcıydı bu saatlerin havası. İnternet kafeyi eliyle koymuş gibi buldu. Burayı ilk bulduğu soruşturmayı anımsadığında biraz yüzünü ekşitse de, artık merdivenlerine sapır sapır ceset yağan o apartman yıkılmıştı. Tarlabaşı, kentsel dönüşüme kurban gitti gideli; acıklı görüntülerin yanı sıra "maalesef" kurtulduğu bazı şeyler de olmamış değildi...

Bir apartmanın üçüncü katına konuşlanmış internet kafeye çıktı. Dört kişi, oturdukları masadan kafalarını bile kaldırmadan internete odaklanmaya devam ediyordu. Kafe işletmecisi, Tahsin'i tanımışsa bile belli etmemişti. Bir masa açtırdı ve oturdu. Cebindeki usb belleği çıkarıp özenle bilgisayarın kasasındaki boşluğa taktı. Birkaç saniye sonra ekrandaki fare imleci bir kum saatine dönüştü, en sonunda da önüne belleğin içindeki dosyalar geldi.

Fotoğraflar vardı, bir sürü...

Ve ürpertici.


12. Bölümün Sonu