1. Bölüm: ŞÜPHE

Çizim: Serdar Burak Yıldız

1. Bölüm: "Şüphe"

Kan gölcükleriyle “süslenmiş” odaya girdiğinde Komiser Tahsin bir süre duraksadı, midesi ağzına gelmişti. Yutkunup birkaç saniye kapalı tuttuğu gözlerini yuvalarında birkaç tur döndürüp tekrar açtı ve dikkatli adımlarla odanın ortasına doğru ilerledi.

- İntihar mı? diye sordu odada tahlil yapmakla meşgul memura

Adam başını salladı. Burnunu çekip tekrar odaya bakmaya başladı… Yatağın ortasında büzülmüş yatan birisi vardı. Burnunu biraz daha çekti, bugün tıkalıydı… Hava ne zaman değişkenlik içine girse, sinüsleri tıkanıyordu Komiser Tahsin’in… Gözlerini daha dikkatle gezdirmeye başladı. Bir türlü odaklanamıyordu olay yerine… Elindeki tabancaya bakılırsa intihar(?) aracı o olmalıydı. Kafasının sağ tarafında tilki kovuğundan hallice bir delik vardı…

"İntihar için garip bir yöntem, kendini asmak varken..." diye düşünerek cesede yaklaştı Komiser Tahsin… Biraz inceledikten sonra kafasını kaldırıp memura döndü. Başsavcı gelene dek işini bitirmesini emretti. Bunun iki sebebi vardı: Başsavcının çok sinir bozucu bir adam olması ve komiserin otopsi işleminin bir an önce hallolmasını istemesi. Birkaç adım attıktan sonra geri döndü, başını kapıdan uzattı.

- Kim bulmuş cesedi? diye sordu
- Komşusu silah sesini duymuş, içeri girmeye çalışmış… Başaramayınca 112’yi aramış…

Komiser Tahsin dalgınca başını sallayıp geri döndü. Arabasıyla teşkilata giderken aklında birkaç ihtimal belirlemişti. İntihar olmaması halinde iki seçenek vardı; ya komşu öldürmüştü ya da komşunun tanıdığı ve çok samimi olduğu birisi öldürmüştü… Ama olası bir katil, komşu ambulansa telefon ettiği sürede de daireden çıkıp kaçmış olabilirdi… Saçlarını eliyle karıştırıp müziğin sesini açtı. Eski bir şarkının yeniden söylenmiş haliydi… Sevdiği şarkıların, yeni nesil popçuların dilinde sakız olmasını sevmezdi Komiser Tahsin. Eliyle düğmeyi çevirip başka radyo kanalı aradı…

Saçma sapan şarkılar yüzünden daha da gerilmiş bir halde büroya varmıştı. Arabadan inerken saatine baktı. Ortağı Necip'in çoktan büroya girmiş ve geçen davanın raporunu çıkarmış olduğunu düşünmeye başlamıştı… Nitekim içeri girdiğinde beklediği manzarayla karşılaştı. Masasının üstünde imzasını bekleyen bir rapor ve Fantastik Futbol Takımı için güncellemeler yapan bir Necip.

Öksürdü, Necip usta işi bir hamleyle hemen bir diğer sekmeyi açtı: "Otopsi Teknikleri". Gülümsemesini bastırarak masasına ilerledi. Uzmanlık sınavı için hazırlanan Necip için karışık hisler içindeydi. Öncelikle, çocuğu uzun süredir tanıyordu. Zeki, çevik ve disiplinliydi… Rapora şöyle bir göz attı, mavi kalemini cebinden çıkarıp imzasını atıp tekrar masaya bıraktı. Çocuğu yetiştirmişti adeta…

Şimdi uzmanlık sınavına girip olursa başka büroya geçecekti… Başarılı olmasını istiyordu Komiser Tahsin, bir yandan onun kadar iyi bir yardımcı bulamayacağını da biliyordu… Ortaklaşa aldıkları kahve makinasına gitti, suyu ısıtma düğmesine basıp raftan bir kahve aldı. Farkında olmadan radyoda dinlediği şarkılardan birini mırıldanıyordu… Necip koltuğunda şöyle bir dönüp hayret içinde baktı komisere.

- Amirim, sen o şarkıları dinler miydin ya!

Komiser Tahsin bir süre duraksadıktan ve durumun farkına vardıktan sonra galiz bir küfür savurdu.

- Radyonun yüzünden be Necip! diye açıklama getirdi sonra…
- Amirim, sabah olay yerine gittiniz mi? diyerek konuyu değiştirdi Necip
- Gittim gittim…

Kahve makinesi “tık” etmişti. Suyu alıp bardağa boşalttı. Dolaptan Necip’in her sabah gelirken alıp koyduğu poğaçalardan kendi payına düşen iki tanesini alıp masaya geçti. Tam bir tanesini ısıracakken yüzüne bakan Necip’i gördü. Poğaçayı masaya bırakıp ellerini hafifçe birbirine sürterek silkeledi. Biraz yutkunup farklı yerlere baktıktan sonra öksürerek boğazını temizledi.

- Ya komşu, ya intihar… diye homurdandı.

Necip düşünceli bakmaya başlamıştı… Tekrar önüne dönüp merkezin bilgi arşivine girdi.

- Ben komşuyu araştırayım o zaman. diye kısa bir açıklama yapıp arşivin içinde gezinmeye başladı Komiser Tahsin, baktığı olayları çok kısa sürede çözebilmesiyle ünlenmişti.

Necip’in ısrarlı sorusunun sebebi buydu. Aklına gelen ilk seçenekler çoğunlukla doğru olurdu. Poğaçalar bittiğinde çağrı cihazında bir ışık yanmaya başlamıştı: Otopsi hazır olmalıydı. Ayağa fırlayıp ceketini aldı, kahvesinden son yudumları alarak Necip’e araştırmasının sonuçlarını iletmesini isteyerek Dok’a doğru ilerlemeye başladı.

Dok, otopsi memuruna taktıkları isimdi. Genelde hep aynı yerde oluyordu, işleri düştüğünde aramalarından şikayetçi olmayan ender memurlardandı. Gerçek adını bile çoğu kişi bilmezdi. Dok büronun demirbaşlarındandı, isimsiz kahramanlardandı. Odanın kapısını çalıp girdi içeri. Masada sabah gördüğü büzüşmüş ceset duruyordu. Biraz daha düzgünceydi.

- Evet, nedir durum? diye söze girdi Komiser Tahsin
- Büyük ihtimalle intihar. diye cevapladı Dok

Elindeki neşterle silahın açtığı deliğin çevresini gösterdi.

- Bak, çok düzgün. Tereddüt yok. Eğer bir katil varsa uykuda vurmuş diyebilirim. Hiç hareket etmemiş tetik çekilirken…

Neşterin keskin olmayan tarafıyla kulakları işaret etti.

- Ama ilginç olan şey bu işte…

Komiser Tahsin başını sallayarak tasdik etti:

- Dok, dikkatimi ilk çeken şey o oldu… Kulakları kesilmiş. Öldükten sonra mı, önce mi?

Dok bir süre Komiser Tahsin’e baktı. Dudağını kemiriyordu. Derin bir nefes koyverip tekrar cesede baktı.

- Tahsin, bana sorarsan önce kesmiş. Raporun çıkmasını bekleyebilirsin tabii ama daha önce kesildiğini düşünüyorum. İlginç olan şey de bu; gene benzeri bir şey söz konusu. Tereddüt yok. Hatta, tekleme bile yok gibi görünüyor. Tek harekette…

Cümlesini tamamlarken eliyle de kendi kulağını kesiyormuş gibi yaptı, işaret parmağını tek hamlede kulağının üzerinden geçirdi. Dudağını büken komiser, tekrar cesede baktı.

- Sana akşam ayrıntılı bir rapor iletirim Tahsin. diye kestirip attı Dok

Tahsin dalgınca başını sallayarak dışarı çıkmak için kapıya yöneldi. 

- Tahsin! Bana bira sözün vardı?

Komiser omzunun üzerinden geri bakıp gülümseyerek başını salladı:

- Tamam, bu dava bitsin, söz.

Dok elindeki neşterle birlikte elini yuvarlak hareketlerle salladı:

- Ohooo, kaç dava geçti be oğlum!

Dok’la muhabbet asla bitmezdi, Tahsin kısa kesip döndü ve eliyle “aman sen de” dercesine omzunun üzerinden bir hareket yaparak odadan çıktı. Her halükarda komşularla görüşmek zorunda kalacaktı; niye geciktirsin? Büronun kapısından başını uzattı. Necip geldiğini görmemişti.

- Podolski’yi alma takıma, bu hafta cezalı! diye seslendi Komiser Tahsin

Necip telaşla sekme değiştirmeye çalışırken masasındaki bardağı devirdi. Sonra üzerine dökülmesin diye ayağa fırlamak zorunda kaldı. Komik bir görüntü oluşmuştu, dedektif de yüksek sesle gülmeye başlamıştı. Necip ise şaşkınlığını üzerinden atamamış halde Komiser Tahsin’e bakarak çıkıştı:

- Abi oluyor mu böyle ya…
- E olmaz tabii… 4-3-1-2 oynatan teknik direktör mü kaldı len!

Hala fantastik futbol takımının ekranda açık olduğunu fark eden Necip dönüp hızlı bir şekilde monitörü kapattı. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra ikisi de gülmeye başlamıştı…

- Hazırlan, gidiyoruz… diye eliyle peşinden gelmesini işaret ederek çıkışa yöneldi komiser.

Ceketini kapan Necip “Nereye gidiyoruz?” soruları eşliğinde arabaya bindi. El frenini indirip vitesi değiştirirken duraksayıp Necip’e baktı Tahsin. 

- Suçluyu bulmaya… diye kısa bir açıklama yapıp gaza bastı.

Cinayet mahallini de içeren, altı dairelik apartmana kısa sürede varmışlardı. Aracın içindeyken ceketinin cebinden birkaç dosya kağıdı çıkarıp hızlıca göz attı komiser. Bunlar görevli memurların tutanaklarıydı. Bu tutanaklara göre sesi duyup ambulansı arayan komşu, 4. dairedeki Mehmet Özipek’ti. Kapısını çaldıkları Mehmet Özipek, fazla bekletmeden kapıyı hafifçe aralamıştı. “Kimsiniz?” dercesine bakan Mehmet Bey, polis olduklarını öğrenince klasik “Sabah memur beylere de ifade verdik ama…” hayıflanmasıyla ikiliyi içeri buyur etti.

İçeride otururken ve Mehmet Bey’in ikram ettiği çayı içerken ikili bir yandan evi ve olası katillerini inceliyorlardı. Mehmet Özipek kırklı yaşlarının sonlarında olmasına karşın hayli bakımlı, dinç ve derli toplu bir görüntü içindeydi. Parmağında yüzük yoktu, evli olmayabilirdi ama sevgilisi olma ihtimali hep göz önünde tutulmalıydı. Evi tanımlamaları istenirse, Komiser Tahsin’in de Necip’in de muhtemelen ilk kullanacağı kelime “sükunet” olurdu. İnsanı rahatsız edecek kadar derli topluydu ev.

- Sabah da anlattım, dün gece saat iki civarında bir ses duydum… Tabanca sesi olup olmadığından emin olamadığım için biraz ağırdan alarak Özkan Bey’in dairesine yanaştım. Bir süre sesleri dinlemeye çalıştım, takdir edersiniz ki o saatte hiç ses gelmedi. Merak edip kapıyı çok uzun süre çaldım, gene ses gelmeyince 112’yi aradım… Elimden başka bir şey gelmiyordu çünkü…

Susup önüne eğilerek çay tabağını bir süre parmağıyla oynattı. Necip, komisere de bakarak göz onayı aldıktan sonra söze girdi:

- Özkan Bey’le ilişkiniz nasıldı? İyi tanır mıydınız?

Mehmet Özipek dalgınca gülümseyerek başını salladı.

- Özkan çok genç bir kardeşimizdi… Onu tüm apartmanca severdik. Bir ihtiyacı olduğunda yardımına koşardık hep…
- Son dönemde bir sıkıntısı var mıydı, intihara kadar gidebilecek? diye biraz da bezgince sordu Tahsin

Mehmet Bey kısa bir tereddüdün ardından başını onaylarcasına salladı.

- Hani, bilemiyorum ama… Birkaç ay önce ayrıldığı bir sevgilisi vardı… Uzun süre içine kapandı çocukcağız, çok boşladı her şeyi… En sonunda dayanamadık apartmandan Sabri Bey, ben, Taner Abi çıkarttık bu çocuğu bir gece dışarı… İçtik içtik muhabbet ettik… Sonra biraz düzelir gibi oldu…

Dedektif, ortağına bakarak gözüyle işaret edip tüm ismi geçenleri not ettirdi.

- Peki Mehmet Bey, sağ olun yardımlarınız için… diyerek ayağa kalktı Komiser Tahsin.

Tam kapıdan çıkacakken dönüp, birkaç saniye duraksayıp sordu komiser:

- Mehmet Bey, siz ne iş yapıyorsunuz?

Mehmet Özipek birkaç saniyelik duraksamadan sonra dudağını hafifçe yalayıp cevap verdi:

- Müzisyenim ben dedektif…

Başını sallayarak tekrar teşekkür ederek vedalaştı Komiser Tahsin. Apartman girişine kadar inip kapıdaki zilleri inceledi. Harun Tandoğan 6. dairede, Sabri Hersal da 2. dairedeydi. 2. dairenin kapısını uzun süre çaldılarsa da içeriden hiçbir şekilde cevap alamamışlardı. Altıncı daireye gittiklerinde kapının biraz aralık olduğunu fark ederek telaşlanan ikili, sakin ve usta bir şekilde kapıyı ittirerek ellerinde pek kullanmadıkları -ama herhangi bir ihtiyaç anında kullanmaktan zerre tereddüt etmeyecekleri- silahlarını kavrayarak içeri girdiler.

Komiserin üçüncü “Harun Bey?” seslenişine hırıltılı ve boğuk bir cevap gelince silahlarını geri kılıflarına sokup, tetikte bekleyerek içeri girdiler. Sallanan bir sandalyede oturan, yaşlı ve iki büklüm bir adamcağız meraklı gözlerle ikiliyi süzüyordu.

- Ben Komiser Tahsin, bu da yardımcım Necip; cinayet bürodan geliyoruz… Size birkaç soru sormak istiyoruz, müsait misiniz? diye lafa girdi komiser.
- Efendim? Ne? diye kulağının arkasına perde yaparak kafasını uzattı Harun Bey.

Tahsin dudağını yalayıp gözlerini hafifçe devirerek söylediklerini daha yüksek perdeden ve daha vurgulu tekrarladı. Adam başını sallayarak karşısındaki kanepeyi işaret etti oturmaları için.

- Öncelikle, kapınızın neden açık olduğunu sorsam Harun Bey? diye aynı yükseklikte sordu Tahsin

Adamcağız gülümsedi.

- Ben, görebileceğiniz üzere, yaşlı bir adamım memur bey… Bakkala çakkala gidemiyorum… Apartmandakiler sağ olsunlar yardım ediyorlar. Getirdikleri şeyleri bana bağımlı olmadan içeri koyabilmeleri için hep açık tutarım kapımı…

- Ya hırsızlık? diye lafa karıştı Necip

Yaşlı adam başını hararetle iki yana salladı:

- Olmaz öyle şey, tanımadık insanlar apartmana giremez…

Tam kendilerinin nasıl girdiğini anlatacakken Necip’i durdurdu komiser.

- Efendim, bu sabahki olayı duymuşsunuzdur…

Yaşlı adam yerinde hafifçe doğruldu.

- Ne oldu ki? İkili birbirlerine hafifçe baktı.
- Sizin alt katınızdaki Özkan Bey, öldü veya öldürüldü…

Yaşlı adam şok olmuştu. Bir süre ağzı açık kalakaldı. Sonra bu durumun farkına varınca utanarak eliyle ağzını kapattı.

- Deme ya hu… Pek de gençti!

Başlarını sallayan Necip ve komiser, bir süre adamcağızın kendine gelmesini beklediler.

- Sizin onunla ilgili bir bilginiz olabilir diye size geldik… İntihar etti ama biz öldürülme ihtimalinin de üzerinde duruyoruz… Bir gariplik görüyor muydunuz?

Yaşlı adam bir süre durduktan sonra başını salladı. 

- Hayır, garip bir şey yoktu… Bildiğim kadarıyla yani…

Birkaç dakika daha, mevcut bilinçsizliğin değişebileceği ihtimaliyle bekleyen ikili; durumun değişmeyeceğinden emin olunca ayaklandı.

- Peki o halde, kusura bakmayın, sizi rahatsız ettik…

 Tam odadan çıkacakları anda ihtiyardan inleme ve hırıltı arası bir ses çıktı:

- Durun, durun… Bir şey anımsadım!

Komiser Tahsin atik bir şekilde dönerek ihtiyarın dizinin dibine konuşlandı. Necip de not defterini çıkarmıştı.

- Bana gelmişti… Bir ay önce… Bir derdinden yakınmıştı…

Elini hafifçe kaldırıp işaret parmağını havaya doğrultmuştu yaşlı adam. Sanki görünmeyen bir tahtada beliren kelimelere parmağıyla tıklıyor ve onları söylüyor gibi bir hali vardı.

-  Ayrıldığı kız arkadaşıyla ilgiliydi… Bir şarkı… Sürekli bir şarkıyı beyninin içinde duyduğunu söylemişti… Çok yıpranmış gibi duruyordu… Bir daha da görmedim zaten çocukcağızı…

Durdu, sözleri bitmişti. Komiser Tahsin hayal kırıklığına uğramıştı.

-  Amca, bu çok da garip değildi ama sağol, eminim bir şekilde işimize yarayacaktır. diye kinayeli bir ifade kullanarak ayağa kalktı.

Yaşlı adam bilgece gülümsüyordu. Başını dalgınca sallıyordu.

-  Yoo gayet de garip evlat… Gayet de garip…

Tahsin’in siniri artmaya başlamıştı ama belli etmiyordu. Belli belirsiz “İyi günler” dileyerek kapıya yönelmişti ki, yaşlı adamın söylediği cümleyle yerinde çakılı kalıverdi.

-  Çocuk doğuştan sağırdı…


1. Bölümün Sonu