NOEL BABA'YI KİM ÖLDÜRDÜ?
Görsel: Tolga Özasil
Birkaç yıldır adeti olduğu üzere, yıllık izninin bir
bölümünü yılbaşında kullanmayı tercih etmişti Komiser Tahsin. Bunun belli başlı
iki sebebi vardı.
İlk sebebi, emniyetteki yılbaşı telaşesini hiç sevmezdi.
Hemen hemen tüm birimler teyakkuza geçerdi zira asayiş olayları tavan yapardı.
Bu koşturmaca oldum olası hiç haz etmediği bir hadiseydi.
İkinci sebebi ise, genel olarak yılbaşı telaşesini hiç
sevmezdi! İnsanların bir yılı daha eskitmiş oluşundan duydukları mutluluğa daha
küçük yaşlardan beri hayret ederdi. Neden bu kadar mutlu olduklarını anlamazdı!
Sözün özü; komiser bir yılbaşında daha evindeydi. 30 ve 31
aralık ile 1 ocak tarihlerinde izinliydi. Göbeğinde serili uzanan bir televizyon
kumandasıyla karşılamıştı akşamında yeni yılın girileceği yeni günü.
İrkilerek doğruldu ve gözlerini ovuşturdu komiser. Üstüne
bir şey örtmeden uyuyakaldığı için kendine kızarak saatine baktı ve güneşin
birkaç saat önce doğmuş olduğuna işaret eden rakamları gördü: “08:00”
2014’ün son gününde, geceden açık kalan televizyon kanalında
sabah haberleri vardı. Bir müddet boş boş ekrana bakınırken, “Karın tadını gene
çocuklar çıkardı” tandanslı bir haberi izlediğini fark edince küfrederek
koltuğa düşmüş olan kumandayı alıp televizyonu kapattı.
İki oda bir salon, tek başına yaşadığı düşünülürse geniş
sayılabilecek bir evde oturuyordu komiser. Yine de gereksiz tek bir mobilya
yoktu evinde. Ayağa kalkıp uyku mahmuru bir halde salonda yürürken hiçbir şeye
çarpmamasının sebebi buydu.
Mutfağa geçip buzdolabını açtığında uzun süredir evde sabah
kahvaltısı yapmadığı için, yiyecek pek bir şeyin olmadığını hayıflanarak fark
etti. Anadolu Yakası’nda oturmadığı için kendisine kızdığı ender zamanlar,
kahvaltı vakitleri olurdu. Anadolu Yakası’nda kahvaltı için gidilebilecek pek
çok alternatif varken Avrupa Yakası’nın en iyi kahvaltıcılarının gidilmesi en
zor semtlerden birisi olan Beşiktaş’ta toplanmış oluşuna hep hayret ederdi.
İki gündür hiç dokunmadığı sakallarını hafifçe sıvazladıktan
sonra kafasında bir sürü alternatifi ölçüp tarttıktan sonra Taksim’e yürüyerek
gitmeyi tercih etti. Üstüne başına çeki düzen verdikten sonra gardıropta asılı
olan montunu giyip evden çıktı.
Yılın son gününde, dudaklarını çatlatacak kadar ayaz vardı
dışarıda. İnsanların işe veya okula gitmek için koştura koştura otobüslere
doluşmasını izleyerek geniş bir rota boyunca ilerledi. Eminönü Köprüsü’nde her
mevsim mevcut olan balıkçıları hayretle seyrederek köprüyü geçince, soğuk biraz
kırılıyor gibi gelmişti.
Taksim Meydanı’na çıktığında, kış güneşi kendisini iyiden
iyiye belli etmiş ve iç donduran bir soğuğa nispet yaparcasına gökte
belirmişti. Komiser, daha önceden tanıdığı sivil polislerden birisine selam
verdikten sonra gözüne ilk çarpan restauranta oturmuş ve bir çırpıda yanında bitiveren
garsona kahvaltı siparişini vermişti.
Dışarıda yemek yiyen her pintinin yaptığı gibi yemek
yedikten sonra menüdeki yiyeceklerin pazardan veya marketten alındığında ne
kadar tutacağını hesaplayıp “Gene kazıklandık” hissiyle mekandan çıkmıştı. Her tarafı
kaplayan yılbaşı süslemeleri ve belediyenin her yirmi dakikada bir hoparlörden
geçtiği yılbaşı programı anonsu canını sıkmaya yetmişti de artmıştı bile.
Evde geçireceği iki gün için abur cubur, dergi ve kitap
depolaması yapmak üzere önce Taksim’deki kitapçılardan birisine girmeye karar
verdi. Zira yiyecek ve bilhassa abur cubur alışverişini evine en yakın
bakkaldan yapardı. Sahaflar yakın olsa, büyük kitapçıları da tercih etmeyecekti
lakin en yakın sahafa gitmek için köprüyü geçmesi gerekiyordu…
Kitapçılardan rast gele birisinin önüne girecekken
dışarıdaki kalabalık ve bu kalabalığa mukavemet eden polisler dikkatini
çekmişti komiserin. Sivil eylemciler ellerinde çeşitli dövizlerle, bir ağızdan
bağırmadıkları için ne dedikleri anlaşılamaz bir halde duruyorlardı İstiklal
Caddesi’nin tam ortasında. Komiser, kalabalık yeterince karışmadan dövizlerden
birisinin üstünde yazan yazıyı okudu: “Emek Hırsızı Tuluğ Kitabevi”
O an, gireceği kitabevinin adının dövizdeki isim olduğunu
fark edince duraksadı. Polislerden birinin yanına gidip usulca cebinden
çıkarttığı polis kimliğini gösterdikten sonra eylemin sebebini sordu.
-
Amirim, birkaç kişiyi işten mi ne çıkarmışlar; milleti
bilmiyor musunuz sanki eylem yapacak yer arıyorlar!
Komiser, polisle münakaşaya girmektense sırtına şöyle bir
dokunmayı tercih etti. Bir daha tesadüfen de olsa mevzubahis kitapçıya
girmemeyi aklının bir köşesine not ettikten sonra caddede aşağı doğru yürümeye
başladı.
Diğer süslü püslü kitapçılara nazaran daha salaş görünen
birisine girdi Tahsin. Kitap raflarının arasında kaybolmayalı o kadar uzun süre
olmuştu ki, neredeyse hiçbir yazarı tanımadığını hayıflanarak fark etti.
Saate bakmayı unutarak bir saati aşkın süre boyunca kitaplar
arasında gezinmiş ve en nihayetinde bir tane gerilim romanını gözüne
kestirmişti ki, cep telefonu çalmaya başladı. Kitabı eline alıp kasaya
yönelirken telefonunu açtı. Arayan Dok’tu.
Dok, emniyette sıkı fıkı olduğu ender polislerdendi.
Yıllardır İstanbul Emniyeti’nde otopsi biriminde çalışıyordu ve otopsi biriminin
Cinayet Büro ile sık sık dirsek teması kuran bir birim oluşundan mütevellit,
Tahsin’le de sürekli muhabbet kurardı.
Kasada ücreti ödemek için cebinden para çıkarıp uzatırken
telefonu kulağına götürdü Tahsin.
-
Dok, ne haber?
-
İyidir, senden ne haber Tahsin?
Tahsin’in kısa ama etkili bir can sıkıntısı reveransı
sonrası Dok da iç çekerek cevap verdi:
-
Sorma! Ben de pek sevmiyorum bu yılbaşı tantanasını! Ne
varsa sanki! Neyse ki, kızım Ayten bu sene arkadaşlarıyla kutlayacakmış; eşimle
de aramız biraz limoni, tutturdu annemlere gideyim onlarla yılbaşına gireyim
diye… Ben de yolladım Ankara’ya!
Birkaç saniyelik sessizlik sonrası tekrar söze girdi Dok:
-
İlla ki 3-2-1 diye sayarken birlikte olalım demiyorum
Tahsin ama ben çok bunaldım evde oturmaktan… Birkaç saat sonra Ulubey AVM’de
buluşalım mı? Bir kahve falan içeriz, hem sen seversin; dokuz tane Noel Baba
hediye dağıtacakmış!
İroni içeren son cümlesinden sonra bir de kahkaha patlatmayı
ihmal etmemişti… Tahsin, kitabını poşete koyan kasiyere en kibar halini takınıp
teşekkür ettikten sonra kitapçıdan çıkmış ve Dok’a dostane sayılabilecek bir
küfür savurmuştu!
-
Hayır, bir tane yetmiyormuş gibi niye dokuz tane?
Dok’un gülmesi öksürüklere dönüşmüş, tamamen kesildikten
sonra da ihtiyar adamın açıklaması gelmişti:
-
Ya sorma, konsept çalışmışlar. AVM’nin dokuzuncu
yılıymış da mış-mış…
Numaracıktan, anlayışlı bir üslup takındı komiser.
-
Ha, öyle desene! Konseptli bir şekilde ortaya konan
saçmalığa can feda! Yoksa koca reklamcılık sektörü nasıl ayakta dururdu?
Tekrar karşılıklı gülüştükten sonra Tahsin’in ikna olması
için birkaç dakika daha dil döken Dok başarıya ulaşmıştı. Yarım saat sonra
Ulubey AVM’de buluşmak üzere sözleştiler ve telefonları kapattılar.
*
Özel bir kahve firmasının şubesinde, insanların dip dibe
oturabilmesi için dizayn edilmiş gibi duran masalarından birinde yer
bulabilmenin coşkun sevinciyle sandalyelere kurulduklarında tam da
planladıkları gibi yarım saati biraz geçmişti.
Dok, kahvesinden birkaç yudum aldıktan sonra etraftaki
alışveriş telaşına dikkat çekip dudak büktü.
-
İnsanlar ne anlıyorlar bilmiyorum… Yeni bir yıla girmek
neden bu kadar mutlu ediyor insanları?
Komiser de, ilk kez kahvesini içtiği şirkete kendi içinden
geçer not verdikten sonra dudaklarını şapırdatıp cevap verdi:
-
Çünkü doyumsuzlar. Her seneyi, bir öncekinden daha iyi
olsun diye iple çekiyorlar. Ne kadar iyi geçmiş olursa olsun, bir sonraki daha
iyi olacak umuduyla!
Bir müddet, özel hayatlarındaki problemleri konuştular. Daha
doğrusu; Dok anlattı, Tahsin dinledi. Komiserin özel hayatı uzun süredir
geçerliliğini rafa kaldırmıştı. Dok’un kızıyla yaşadığı uyum problemlerine,
eşiyle yaşadığı geçimsizliklere hayret etti komiser. Bunu da dile getirdi ve
arkadaşlık ilişkisinde bu kadar uyumlu olmasına rağmen aile hayatında sorunlar
yaşamasını yadırgadığını ifade etti.
İki erkeğin sohbetinde ne zaman çözümsüz bir yola girilse ne
olursa o oldu ve Dok ile komiserin muhabbeti siyasete, sonrasında futbola ve en
nihayetinde nostaljik anılara evrildi. İki buçuk saati aşkın süre boyunca
sohbet ettikten sonra AVM yönetiminin anonsuyla irkildiler: Dokuzuncu yıl
vesilesiyle dokuz Noel Baba hediye dağıtmaya başlayacaktı.
“Hadi kalk!” diye coşkuyla Tahsin’i dürttü Dok ve ekledi:
-
Çok komik görüneceklerine bahse girerim!
Tahsin gülerek yerinden kalkarken elindeki kağıt bardağı
şöyle bir yokladı ve ne ara kahvesini bitirdiğini anımsayamadığı için kısa bir
şaşkınlık yaşadı.
Noel Babaların hediye dağıttığı bölüme geldiklerinde irili
ufaklı onlarca çocuğun yan yana sıralanmış dokuz Noel Baba’dan hediye alma
çabasını görünce istemsizce hem gülmüşler hem de iç geçirmişlerdi. Yan yana
konulmuş koltuklarda oturan Noel Babalar, sırayla kendilerine gelen çocuklara
gülümseyip birkaç kez saçlarını okşadıktan sonra arkalarındaki dev hediye
yığınından bir paket çekip uzatarak bir sonraki çocuğun gelmesini
bekliyorlardı.
Dok, Tahsin’e kalabalıktaki bir çocuğu gözleriyle işaret
etti:
-
Şuna bak şuna, bir tanesinden aldı koca bir paket;
diğerinden de almaya çalışıyor!
Uzun süre, vinç ve grayderleri izleyen mahallenin emeklileri
gibi Noel Babalardan hediye kapmaya çalışan çocukları amaçsızca izlediler.
Neden sonra Tahsin, boş bir uğraşa kapıldığını fark eden herkesin yapacağı gibi
küçümseyen bir gülümsemeyle hareketlendi.
O an, sanki sihirli bir dokunuşla ince bir tabaka kırıldı:
Tahsin’in hareketlenmesiyle, kalabalıktan bir grubun bağrışmaya başlaması bir
olmuştu! Dok da Tahsin ile birlikte sırtını dönüp gidecekken durdu, iki üç adım
atmış olan komiserin kolundan tutup geri çekti. Kalabalığın karıştığı noktaya
dikkatlice bakmaya başladılar.
Bir kadın, canı çıkarcasına dövünüyordu. Yanıbaşında yerde
yatan ve çırpınan bir çocuk vardı. Etrafına doluşanların büyük çoğunluğunun
çocuk oluşundan kelli, ilk yardım yapabilecek birisi pek görünmüyordu. Noel
Babalardan birisi fırlayıp kalmışken bir diğeri de fırlamış ve bu ikisi
birbirine çarpmışlardı. İlk kalkan Noel Baba yere düşmüş, diğeri de
sersemlemişti.
Ortalığın iyice karışacağını öngören komiser koşar adımlarla
alt kata, Noel Babaların yer aldığı alana, inmeye başlar. Kalabalığa
ulaştığında öngördüğü karmaşa çoktan başlamıştır bile!
Yine de kalabalığı yararak ortalığın karıştığı iç kısma
geçmeye çalıştı komiser. Cebinden çıkarttığı polis kimliğini havaya çıkarıp
“Çekilin, polis!” diye bağırmaya başlayınca işi daha da kolaylaşmıştı.
Herkes sağa sola açıldığında Kızıldeniz’i yaran Musa gibi
ilerlemişti. Tam orta alanda yerde zayıf çırpınışlarla yatan bir çocuğun ve
başında dövünüp duran, çare arıyormuş gibi etrafa boş bakışlar atan annenin
yanına vardığında artık çok geçti: Çocuk, tam da komiser yanına vardığında son
bir kez çırpındı ve durdu. Boğazı şişmiş, yüzü mosmor olmuş bir halde yattığı
yerden göğe doğru bakakalmıştı.
Komiser, hem koşturduğu ve kalabalığı yardığı için hem de
karşılaştığı dramatik sahne sebebiyle soluksuz kalmıştı. Peşinden anca
yetişebilmiş Dok, bir umutla Tahsin’i kenara itip çocuğun başına eğildi; kısa
bir andan sonra ayağa kalktı ve saatine baktı. Komisere baktıktan sonra
konuştu:
-
Ölüm saati 16:14…
Çocuğun annesi, daha bir çığlık çığlığa dövünmeye
başlamıştı… Komiser, çocuğun elindeki yeni açılmış hediye paketini görünce
dudaklarından tek bir kelime dökülmüştü: “Cinayet”
*
Yarım saat geçtikten sonra Olay Yeri Ekibi, Ulubey AVM’nin
zemin katının ortasındaki alanı kapatmış ve çalışma yapmaya başlamıştı. Olay
Yeri Ekibi’nin şefi Yasin, kendisini karşılayan Dok’u ve komiseri görünce
şaşkınlığını gizleyememişti.
-
Bu nedir ya? Siz izin gününüzde de ekstra mesaiye mi
gidiyorsunuz?
Komiser ve Dok ise normal zamanda olsa gülecekleri nüktedan
girizgaha karşılık, yarım saat önce tanık oldukları dramatik an dolayısıyla
tebessüm etmekle yetinmişlerdi. Yasin’e kısaca olayın özetini geçtikten sonra
sarı-siyah olay yeri şeritlerinin birkaç adım dışından çalışmaları izlemeye
koyuldular.
Sekiz kişilik Olay Yeri Ekibi’nin, ne kadar dikkatli
olurlarsa olsun yüzlerce kişinin içinde işlenmiş bir cinayetin delillerini
toplaması hayli zor görünüyordu. Şeritlerin dışında duran görevlilerden
birisinin elinde duran delil poşetlerinden, hediye paketinin yer aldığı poşeti
incelemeye başladı komiser.
Diğer paketlerden bir farkı olmayan hediye paketinin içinden
çıkan bir oyuncaktı bu. Komiseri, cinayet olduğunu düşünmeye iten şey ise
oyuncağın ta kendisi olmuştu.
Çocukların çoğunun elinde peluş oyuncaklar varken hayatını
kaybeden çocuğun paketinden bir yiyecek çıkmıştı. Buraya kadar normal
sayılabilecek bir hediyeyken, çocuğun yarısını bir çırpıda yediği çikolatadan
dışarı sızmış cam parçacıkları görüntüyü cinayet boyutuna taşımıştı.
Komiser, memura hediye paketinin yer aldığı delil poşetini
işaret ederek konuştu:
-
Bunu çabucak laboratuara yollayın; parmak izlerini
çıkartsınlar.
Delil poşetinden gözlerini ayıran komiser etrafına
bakındığında yerde yatan çocuğu gördü. Dikkatini, Olay Yeri Ekibi’nin topladığı
diğer delil poşetlerine vermeye çalıştı. Başarılı olamıyordu. Cebinden
telefonunu çıkarıp laboratuara gönderilmek üzere hazırlanan delil poşetinin
fotoğrafını çekti.
Aklı, çocuğun hediye paketini aldığı Noel Baba’ya
takılmıştı. Birden, ülkenin dört bir yanını saran AVM’lerden birinde olduğunu
hatırladı ve istemsizce başını kaldırdığında bir kamerayla göz göze geldi.
Birkaç adım ötede duran güvenlik görevlilerinden birisinin
yanına gitti ve kamerayı işaret ederek kayıtları nereden izleyebileceğini
sordu. Güvenlikçinin yaptığı yönlendirmeyle, bir üst kata, tuvalete giden
koridorun en dibindeki odaya yönelmişti.
AVM’deki cinayet nedeniyle yönetimden itibaren hiyerarşik
sıralamada yer alan tüm görevliler teyakkuza geçmişti. Son dönemde, arsa
davalarıyla gündeme gelen bir AVM olması nedeniyle basına çok kötü yansımadan
bu cinayetin çözülmesi için ellerinden geleni yapacağa benziyorlardı. Bu yüzden
olsa gerek, normal zamanda savcılık izni olmadan el bile sürülemeyen kamera
kayıtları iki dakika sonra Komiser Tahsin’in önünde açılmış, hatta önüne bir
bardak çay bile konmuştu…
Komiser çayını içerken görüntüleri geri sarmış ve çocuğu
bulamasa da annesini bulabilmişti. Ne yazık ki, bu yöntemin işine
yaramayacağını ise birkaç dakika sonra anladı. Zira ölen çocuk, Dok’un tüm Noel
Babalardan hediye aldığı için işaret ettiği çocuktu! En az üç tanesinden hediye
paketi almıştı…
Çayını bitirip ayağa kalktı. Güvenlik görevlilerine teşekkür
ettikten sonra odadan çıktı. Birkaç saniye duraksadıktan sonra en üst katta yer
aldığını düşündüğü yönetim kurulunun ofisine gitmek üzere yürüyen merdivenlere
bindi. Organizasyon AVM’ye aitse, bilgi almak için yönetim kurulundan daha iyi
bir yer bulamazdı.
Nitekim yanılmamıştı da.
Şık giyinmiş ancak yüzü allak bullak olmuş bir sekreter
karşıladı komiseri. Arkasında duran kapıyı tıklatıp başını içeri uzattı ve
komiserin geldiğini söyledikten sonra geri geldi. Komisere arkasındaki koltuğu
işaret edip birkaç dakika beklemesini rica etti.
Bu esnada komiser sehpada duran bir dergiyi incelemeye koyulmuştu.
Sayfaları rastgele çevirirken bir anda bir bıçak firmasının reklamını görünce
irkildi. Aklında dönüp duran cinayet tekrar gözünün önüne geldi ve bunalacak
gibi oldu. Neyse ki sekreterin telefonu çaldı ve akabinde sekreter, komiseri
yönetim kurulu başkanının odasına buyur etti.
Komiser, içeri girerken daha önceleri çeşitli yöneticilerden
polisle işbirliği hususunda yaşadığı zorlukları anımsayıp her şeyi göze almıştı
ancak karşısına çıkan orta yaşlarda, dinç görünümlü ve cin gibi bakan yönetim
kurulu başkanı tüm önyargılarını yerle bir etmişti. Daha komiser içeri girer
girmez ayağa kalkan başkan önce elini uzatıp dostane bir şekilde tokalaşmış ve
kendisini tanıtmış, akabinde önündeki koltuklardan birisini işaret edip
komiseri buyur etmişti.
Çay önerisi reddedilen yönetim kurulu başkanı misafirperver
bir ev sahibi edasıyla sigara paketini uzatmış ve komisere içmesi için ısrar
etmişti. Komiser bu ikramı da reddetmesinin ayıp kaçacağı hissiyle mecburen bir
dal çekip tüttürmeye koyuldu.
-
Komiserim, biz AVM yönetimi olarak yaşanan olaydan
ötürü feci derecede üzgünüz. Takdir edersiniz ki başımıza ilk kez böyle bir şey
geliyor; şaşakaldık! Ne yapmalıyız, ne yapacağız?
Komiser, karşısındaki adamın samimiyeti karşısında neredeyse
mahcup duruma düşecekti. Ancak son anda en soğukkanlı katillerin, mağduru çok
kolay oynaması aklına geldi. “Cinayet dürüstçedir, iki yüzlü olanlar
katillerdir…” diye içinden geçirirken sırtını koltukta geriye yaslayıp dudak
büktü.
-
Valla, işbirliği yapacağız. Siz bana istediğim bilgileri
sağlayacaksınız, yardımcı olacaksınız; ben de bu olayı fazla büyümeden
çözeceğim. Sonuçta siz de mağdursunuz; giriş kapılarınız kapatıldı. Ne içeri
birileri giriyor, ne de içeriden birileri çıkıyor. İçeridekilerde alışveriş
yapacak durum da yok… Bir an önce bu olayı çözmemiz hepimizin yararına…
Karşısındaki yönetim kurulu başkanı, kafasını hararetli bir
şekilde yukarı aşağı sallayarak komiseri onaylamıştı. Bu olumlu yaklaşımın
ardından komiser, sözlerini sürdürdü:
-
Aşağıdaki Noel Baba organizasyonunu siz mi düzenlediniz
Ulaş Bey?
-
Şöyle, bizim bir organizasyon şirketimiz var… Biz
onlara bu tarz özel günler için brief veririz; ne gibi bir organizasyon
istediğimize, hedeflediğimiz müşteri algısına ve şirketimizin konumuna dair…
Mesela Ramazan Bayramı’nda hediyeden ziyade indirim, sevgililer gününde bir
alana bir bedava konsepti gibi planlamalar isteriz. Onlar bize konsepti
hazırlar, personeldir hediyedir bu tarz şeyleri biz ayarlarız.
Komiser dikkatlice dinlerken istediği bilgiye son cümlede
ulaşmış olduğunu sezdi. Doğrulatmak için bir daha sordu:
-
Yani, hediyeleri ve personeli siz ayarlıyorsunuz. Doğru
mu?
Ulaş Bey, tekrardan başını sallamıştı. Soru, kafasını
karıştırmışa benziyordu. Ulaş Bey’in yanlış bir şeyler söylemiş olmaktan
korktuğunu düşündü komiser.
-
Peki, bu hediyeleri kim ayarladı?
Ulaş Bey iyiden iyiye çekinmeye başlamıştı. Dudaklarını
hafifçe ıslatıp düşünmeye koyuldu. Birkaç saniye sonra “Hah” diye bir nara
çıktı ağzından.
-
Bizim operasyon ekibimiz ayarladı. Zaten Noel Baba’lar
bizim personel…
-
Hepsiyle görüşmek istiyorum!
Komiserin çıkışı sonrası, Ulaş Bey kendisini temize çıkarmak
istercesine bir üzüntü haline büründü.
-
Derhal ayarlarım komiserim. Zaten olay yeterince üzücü…
Eski bir personelimizin evladını kaybetmesi çok üzücü… AVM’mizin böyle
olaylarla anılmasını hiç istemeyiz.
Komiser ayağa kalkacakken duraksamıştı. Bir kaşı havada, eli
koltuğun kenarından tutarken kalakalmıştı.
-
Nasıl yani? Eski personelimiz, derken?
Ulaş Bey, kravatını hafifçe gevşetti parmaklarıyla. Köşeye
sıkışmış gibi hissediyor olmalıydı. Her sözünden sonra başka bir sorunun
gelmesi canını sıkmıştı. Öksürdükten sonra açıkladı:
-
Hayatını kaybeden küçük yavrumuzun annesi Itır Hanım
bizim eski personelimizdir. Bundan üç ay öncesine kadar temizlik
departmanımızın müdiresiydi…
Komiser, tekrar geri yaslanmış ve daha rahat bir oturuşa
geçmişti. Yüzünde gizli bir gülümseme hasıl olmuştu. Itır Hanım’ın neden işten
ayrıldığını sordu. Ulaş Bey daha fazla dayanamadı ve önündeki telefonda bir
tuşa bastıktan sonra bir bardak su sipariş etti. Komisere bir şey içip
içmeyeceğini sorduktan sonra, gelen olumsuz cevap üzerine siparişini tekrar
edip telefonu kapattı. Bir dakika geçmemişti ki, bir bardak suyla dışarıdaki
sekreter odaya girmişti.
Ulaş Bey, suyunu içtikten sonra konuşmaya koyuldu:
-
Itır Hanım hakkında bir soruşturma açıldı. Bu, bizim
kendi iç meselemizdi ve bunun böyle kalmasınız arzu ederiz komiserim. Eğer bir
savcılık talimatı çıkarırsanız, yönetim kurulu kararını size seve seve takdim
ederim ama şu koşullarda bu tarz bir meselenin tekrar gündeme gelmesi hem acılı
anne için hem de bizim için kötü olur.
Karşısındaki adamın bir anda yaşadığı değişim, komiserin
mesleki hayatındaki tecrübeleriyle geliştirdiği içsel bir alarm butonunu
çalıştırmıştı. Ortada üzerindeki yara bandının açılmaması için uğraşılan bir
yara varsa, o yaranın sebebi muhtemelen işine çok yarayacaktı. Ayağa kalkıp
elini uzattı ve işbirliği için teşekkür ederek Ulaş Bey’i şaşırttıktan sonra
Noel Babalar ve operasyon ekibiyle yarım saat içinde görüşmek istediğini
söyleyerek odadan çıktı komiser.
*
Savcı Tekin Yaren, olay yerine intikal ettiğinde ölüm
saatinin üstünden kırk dakika geçmişti. Olay Yeri Ekibi’nin şefi Yasin’den
bilgileri alan savcı, resmi tutanak tutturmaya başlamıştı ki gözü Komiser
Tahsin’e çarptı. Çok sık karşılaşan bir ikili değillerdi, dahası resmi olarak
olay yerine gönderilen amir de Tahsin değildi.
Komisere yaklaşan Savcı Yaren, elini uzatıp komiserle
tokalaştı. Yerde yatan çocuğa baktıktan sonra dudağını büktü.
-
Ne diyorsunuz komiser? Çözülecek mi?
Komiser, olay yerini tam olarak gören bir kafeteryaya
dizilmiş Noel Babalar ve operasyon ekibini gözleriyle işaret ettikten sonra
savcının kulağına doğru fısıldadı:
-
Çözülmeyecek, paramparça edeceğim. Ama yardımınız lazım
savcı bey... Yönetim Kurulu’nun kararnameleri için bir emir çıkartmanız
gerekiyor.
Savcı Yaren, birkaç adım geri gidip ellerini avuç içi önde
olacak şekilde kaldırdıktan sonra kaşlarını çatarak konuştu:
-
Ne gerekiyorsa komiser! Ne gerekiyorsa! Böylesi alçakça
ve yüz kızartıcı bir olayın faillerini bir an önce bulmamız gerekiyor…
Şerefsizliğin de bir seviyesi vardır; bu, ondan da aşağıda! Bir çocuk…
Gözü tekrar yerde cansız yatan çocuğa takılan savcı,
alelacele başka yöne doğrulttu bakışlarını.
-
Siz bir dilekçe yazıp verin, yarım saat içinde
ofisimden bir emir çıkartıp yollarım buraya.
Komiser başını sallarken, bürokratik aşamaların her
zamankinden daha kolay hallolmasına şükretti. Bir kenara çekilip, bulduğu bir
kağıda kaba taslak bir dilekçe çiziktirdikten sonra savcının yanına döndü.
Savcı Yaren, şöyle bir baktıktan sonra komisere göz kırpıp dilekçeyi ikiye
katlayarak ceketinin cebine özenle yerleştirdi.
Bu işi de hallettiğine göre, geriye bir tek yüzleşeceği Noel
Babalar kalmıştı. Kimlerden başlayacağını iyi biliyordu komiser, bu hissin
verdiği güçle sağlam adımlarla yürüdü kafeteryaya doğru. O, yanlarına
yaklaşırken tüm Noel Babalar ayağa kalkmıştı. Başka bir ortamda olsa hayli
gülünç bir sahne olurdu: Dokuz tane irili ufaklı Noel Baba ayakta, hazır ola
geçmiş bir şekilde karşılarına dikilen komisere bakıyordu.
Sert bir üslupla, gözleriyle hepsinin birden yüzüne bakarak
sordu komiser:
-
Çocuk yere yığıldığında ayağa kalkanlar hanginizdiniz
lan?
İki kişi, birbirine bakarak öne çıktı.
Komiser, bunun üzerine diğer Noel Babalara kafeteryada bir
yere oturabileceklerini söyledi ve organizasyon ekibinden gelen iki görevliye
döndü.
-
Hediyeleri siz mi paketlediniz?
Bir tanesi öne çıktı ve ellerini önünde birleştirip kah yere
kah kaçamak bakışlarla komisere bakarak anlatmaya başladı.
-
Komiserim, yönetim kurulunun talimatıyla bu işle biz
görevlendirildik. Üç gün boyunca uğraşıp tüm hediyeleri paketledik.
Komiser bunun üzerine cep telefonunu çıkarıp çocuğun ölümüne
yol açan hediye paketinin fotoğrafını açtı ve telefonu karşısındaki adama
doğrulttu.
-
Bunu da mı siz paketlediniz?
Adam hediye paketinden çıkmış yarım çikolatayı görünce
gözlerini büyüttü, diğer arkadaşına bakıp emin olduktan sonra olumsuz bir kafa
hareketiyle komisere döndü.
-
Hayır. Çünkü verilen listede bu yoktu. Listede sadece
ufak tefek oyuncaklar, boyama kitapları ve bizim yönetim kurulu üyelerimizden
birisinin yazdığı çocuk kitabı vardı. Bunların dışına çıkmamız yasaktı.
Tahsin, göz ucuyla Noel Babalara bakınca hepsinin elinde eldiven
olduğunu gördü. Son anda birisi hediye paketi yapıp da böyle bir tuzak kurduysa
bile eldivenden ötürü parmak izi bırakmamış olabilirdi. İç çekerek operasyon
ekibine de kafeteryada bir yerlere oturmasını işaret etti.
Ayrıntılar her zaman insanı farklı yollara sevk eder.
Komiser de, artık “Görmedim” diyebileceği çok fazla cinayet kalmadığı için
ayrıntıların önemine hayli vakıftı.
Kendisine meraklı gözlerle bakan iki Noel Baba’ya dönen
komiser, beklenmedik bir şey sordu bu kez:
-
Çocuk yere düştüğünde ilk ayağa kalkan hanginizdiniz?
İki Noel Baba da duraksamış ve aynı anda birbirlerine
bakmıştı. Birkaç saniye sonra bir tanesi, beklenmedik bir çıkış yaptı:
-
Bunun ne önemi var ki komiserim? İkimiz de çocuğu
kurtarmak için hamle yapmışız…
Komiser, elinin birini beline koyup diğerini konuşan Noel
Baba’ya doğru sallayarak karşıladı bu çıkışı:
-
Yahu, sen soruma cevap ver. Sana ne, ne önemi varsa!
-
Hayır, o an o kadar karmaşa vardı ki; biz nasıl ayırt
edeceğiz hangimizin önce kalktığını? Duyarlılığımızı mı yarıştırıyoruz!
Bütün bu çıkışın ardından komiser cevap vermemişti. Cevap
vermek yerine, dönüp arkasında olay yerini gözlemlemekte olan polislerden
birisini yanına çağırmıştı. Polis, telsizi düşmesin diye belindeki kemeri sıkı
sıkı tutarak koşup yanlarına geldi. Komiser Tahsin, susmak bilmeksizin konuşan
Noel Baba’yı işaret etti.
-
Bunu alın merkeze götürün. Sorgu odasında beklesin
beni…
Polis emri sorgulamazken Noel Baba daha çok konuşmaya
başlamıştı. Komiser dayanamayıp çıkıştı:
-
Lan bir sus! Car car car; Noel Baba dediğin şey babacan
olur, konuşkan değil. Sen bir git merkeze, bir şey yoksa zaten dönersin evine!
Niye bu kadar olay yaptın?
Noel Baba uzaklaştırılırken hala konuşmaya devam ediyordu.
Neyse ki bir süre sonra üst kata çıkarıldı da sesi duyulmaz oldu. Komiser de
etrafı gözden geçirip Emniyet’e geçmek üzere hazırlanmaya koyulmuştu ki, suskun
Noel Baba geldi yanına.
-
Komiserim, bir şey söyleyecektim…
“Hah, buyur” diye içinden geçirerek Noel Baba’yı dinlemeye
koyuldu komiser.
-
İlk ayağa kalkan bendim, sonra Furkan bana çarptı;
ikimiz de yerde kaldık. Benden birkaç saniye sonra ayağa fırlamıştı Furkan…
Komiser uzanıp omzunu sıktı Noel Baba’nın. “Tam tahmin
ettiğim gibi…” diye içinden geçirse de renk vermedi. Tahminlerini dile
getirmesi, amatörlük olurdu. Bunun yerine dönüp görevli memurlara Emniyet’ten
bir haber gelene dek herkesi AVM’de tutmaya devam etmelerini söyledikten sonra
bir görevliyi yanına alıp Emniyet’e geçti.
*
Sorgu odasında karşısında oturan Noel Baba, sakalını ve
başlığını çıkarmıştı. İlk göründüğü kadar şişman olmaması komiseri şaşırtmıştı.
Dişlerini gıcırdattıktan sonra yapmacık bir gülümseme takınıp söze girdi:
-
Furkan’dı sanırım. Sen bu çocuğu daha önceden tanıyor
musun lan?
Adam başını olumsuz anlamda salladı. Komiser “Oldu mu şimdi?”
minvalinde bir kafa hareketi yaparak bir anda ayağa kalkınca da Furkan’ın
korkup geri çekilmesi, komiseri gülümsetti.
-
Aa, niye korkuyorsun yahu? Sen buraya gelirken
dışarıdaki koca bilboardu görmedin mi? ‘Polis sizin dostunuzdur’ yazıyor.
Merhaba şüpheli, ben dostum!
Arkasına geçtiği adamın omuzlarını, masaj yapıyormuş gibi
kavramıştı komiser. Eliyle iyice omuzlarını sıkıştırdıktan sonra eğilip
kulağına fısıldadı:
-
Bak şimdi, dostsak bir konuda anlaşmamız lazım. Dürüst
olalım birbirimize. Sen, ölen çocuğu tanıyor muydun tanımıyor muydun?
Adamın cevap vermemesi üzerine komiser bir anda ellerini
geri çekip beline koydu ve adamın yanındaki sandalyeyi ayağıyla itekleyip, yüz
yüze oturabilecekleri bir konuma getirdi. Sandalyeye oturduktan sonra adama
doğru bakmaya başladı.
-
Lan, dürüst olalım diyorum… Bak ben dürüst olacağım;
bence bu cinayetle senin bir alakan var! İlk adımı ben attığıma göre, sıra
sende! Tanıyor musun, tanımıyor musun?
Adam derin bir nefes alıp gözlerini kapattıktan sonra
dudaklarını büküp kafasını salladı.
-
Tanıyorum.
Komiser, elini kulağının arkasına götürüp adama doğru
yanaştı. Eliyle, bir daha söylemesini işaret etti. Adam bu kez daha yüksek
sesle tekrarladı aynı cümleyi. Bunun üzerine havadaki eliyle uzanıp adamın
ensesinden tutup, kafasını masanın üstüne dayadı komiser. Bir yandan ayağa
kalkmıştı. Dişlerini sıkarak adama doğru eğildi.
-
Ulan madem tanıyorsun, niye uğraştırıyorsun beni?
Itır’ı da tanıyordun değil mi? Çocuk AVM’ye mi geliyordu, nerede gördün çocuğu?
Nasıl tanıyordun?
Adam acıdan gözlerini kapatmışsa da dudakları zerre
kımıldamıyordu. Komiser derin soluklar alıp verirken daha fazla yüklenecekti
ki, kapı çalındı. Bir anda bırakıp adamdan uzaklaştı komiser. “Gel!” diye
seslendi dışarıya.
Kısa boylu, çıtı pıtı bir kadın memure girdi içeri. Elindeki
dosyayı komisere uzattıktan sonra açıklamasını da yaptı:
-
Savcı Bey bu dosyaları yolladı. Arama emri çıkartmışlar
ve yönetim kurulunun dosyalarını almışlar. Sizinle ilgili olabilecek olan kısmı
hazırlatıp gönderdi.
“Ha!” diye mırıldandı komiser. Dosyayı alıp havaya
kaldırdıktan sonra gülümseyip ekledi:
-
Sağolsun Savcı Bey.
Birkaç saat önce cevval bir Noel Baba iken şimdi aciz bir
hale bürünmüş olan Furkan, acıyla ve merakla komisere bakıyordu. Komiser, ilk
oturduğu yere yani ortalarına masayı alacak şekilde adamın karşısına oturdu ve
yapmacık bir yavaşlıkla dosyayı açıp okumaya başladı. Bir yere gelince
duraksayıp gülümsedi ve adama baktı.
-
Lan siz bu Itır’la tuvalette mi basıldınız? Kadın bekar
mı bari?
Adam başını önüne eğdi. “Boşanmış…” diye mırıldandı. Komiser
gülerek tekrar okumaya koyuldu. En sonunda dosyayı kapatırken kararların
altındaki imzaları inceleyip ıslık çaldı.
-
Bak sen şu işe! Kadın işten çıkarılırken senin işten
çıkarılmamanın sebebi de belli oldu. Neyin oluyor senin bu yönetim kurulu
başkan yardımcısı? Soyadlarınız aynı…
Adam, başı öne eğik bir halde “Dayım…” diye homurdandı.
-
Ulan memlekete bak ya, AVM’de tuvalet temizlikçisi
olmak için bile dayı lazım arkadaş…
Başka bir şey söylemeden, sorgu odasından çıktı komiser.
Cinayet Büro’ya geçti. Geldiğinde büroya uğramadan doğrudan
sorgu odasına geçtiği için, bürodaki Hale şaşırmıştı komiseri görünce. Hale’nin
yanına geçip elindeki yönetim kurulu kararını masaya bıraktı. Furkan’ın dayısı
olan Rüstem Yakalı’yı parmağıyla işaret edip bir an önce araştırmasını rica
etti.
Tam bürodan çıkacakken durdu, Necip’in nerede olduğunu
sordu. Hale, bilgisayar ekranından kafasını kaldırıp cevapladı:
-
Bu son Noel Baba olayıyla ilgili birkaç delil analiz
edilmiş. Laboratuara gitti amirim…
Hale’ye göz kırpıp, kağıdı ciddi bir şekilde tekrar işaret
ettikten sonra bürodan çıkıp laboratuara geçti komiser. Tam laboratuara
varırken, onun gibi izin gününde olmasına rağmen tanık oldukları olay nedeniyle
aniden mesaiye dönen Dok çıktı karşısına.
Elindeki raporu komisere uzatıp başını üzgünce eğdi.
Çıkacağını işaret ettikten sonra da pek konuşmadan geçip gitti. Komiser, rapora
bakınca çocuğun ölüm sebebinin soluk borusuna doluşan cam parçacıkları olduğunu
öğrendi. Eğer soluk borusuna kaçmamış olsaydı bile, cam parçacıklarının iç
organlarında ciddi hasara sebep olacağı da rapora eklenmişti. Gözünü yumdu
komiser. Geri açtığında karşısında Necip belirivermişti. Elindeki birkaç kağıdı
okuyarak laboratuardan çıkan Necip, komiseri görünce gülümsedi.
-
Hah, komiserim ben de sizi arayacaktım…
-
Tamam, tamam bırak şimdi selam sabah faslını… Nedir
olay?
Komiserin aceleci tavrına şaşıran yardımcısı Necip, biraz
bocaladıktan sonra kağıtları hızlı hızlı gözden geçirip özetlemeye girişti:
-
Çocuğun ölümüne sebep olduğunu düşündüğümüz
çikolatadan, kabından ve paketinden sadece çocuğun ve annesinin parmak izi
çıkmış. Ancak olay yerinden alınan bir kamera görüntüsüne göre, sabah erken
saatlerde AVM’ye gelen Itır Hanım’ın bir yerde beklediği; sırtı dönük bir şekilde
kameraya giren bir Noel Baba’nın da ona bir şey verdiği görülüyormuş. Henüz
kesinleştirememişler ama bunun bu çikolata olduğunu düşünüyorlar. Kayıtları
bize de yolladılar, birazdan bakarız diye düşünüyordum.
Elini havada salladı komiser.
-
Geç o işi. Sen kadını buraya getirt, Savcı Bey’e de
kadının evi için arama izni çıkarttır.
Necip şaşkınlıkla söylenenleri yapmak üzere ilk olarak
savcının odasına gitmek için dönmüştü ki, Tahsin tekrar Cinayet Büro’ya geçti.
Gel gitleri, Hale’nin de başını döndürmüştü. Kapıdan başını uzatıp konuştu
komiser:
-
Hale! Sana zahmet bir de şu, öldürülen çocuğun annesi
Itır’ın boşanma kararlarına ulaşabiliyor muyuz bir bak. Neden boşanmışlar, ne
zaman boşanmışlar…
Hale gözleriyle onaylayıp tekrar yaptığı işe döndü. Komiser,
Hale ile çalışmaya; Hale de komisere ayak uydurmaya alışmıştı. İlk başlarda,
peşi sıra işler talep edildiğinde motivasyonu düşen Hale; sonradan işleri
aklında sıralayıp birer birer gerçekleştiren, tam teşekküllü bir personele
dönüşmüştü. Bazı cinayet davalarında Komiser Tahsin ve Necip’in atladığı
ayrıntıları göz önüne sermesi de cabası…
Nitekim Hale, kendisine emanet edilen iki işi de halletmek
üzere kayıtlar arasında gezinmeye başlamıştı. Cinayet Büro’dan ikinci çıkışında
komiser, olay yerindeki görevlilere ulaşıp Itır Hanım’ı merkeze getirmelerini
rica etmiş; beklemek üzere de Emniyet’in tam karşısında yer alan kafede, giriş
kapısını net görebileceği bir masaya oturmuştu.
İkinci bardak çayına yeni başlamıştı ki, Emniyet önünde
duran bir araçtan iki resmi polisle birlikte hayli üzgün görünen Itır Hanım
indi. Onların kapıdan girişinin akabinde birkaç dakika bekleyip çayından hızlı
hızlı yudumlar aldıktan sonra kalktı komiser ve masaya birkaç bozukluk
bıraktıktan sonra Emniyet’e geçti.
O içeri girerken Necip peşi sıra birkaç polisle Emniyet’ten
çıkıyordu. Komiseri görünce kendisi duraksamasına rağmen, peşindeki polislere
ilerlemelerini işaret etti Necip.
-
Komiserim! Savcı, bir çırpıda çıkarıverdi izni. Şimdi
gidiyoruz eve… Var mı aklınızda hususi bir şey? Yani ne bileyim…
Komiser Tahsin, bir anda gelişen bu durum karşısında kısa
bir süre tereddütte kaldıysa da bilgiç bir edayla başını sallayıp cevapladı
Necip’i:
-
Garip olan, tutarsız olan ne olursa olsun… Hepsi
önemli. Ne bileyim, eski kocasıyla fotoğrafı hala evin vitrininde duruyor mu?
Duruyorsa belki çerçevenin içine bir şey gizlemiştir… Bunun gibi şeyler işte.
Necip “Tamamdır!” diye mırıldandıktan sonra önden ilerlemiş
olan ekibe yetişmek üzere koşturmaya başladı. Komiser ise, bir diğer sorgu
odasına alınan Itır Hanım’ın yanına geçmek için koridorda ilerlemeye devam
etti.
Cinayet Büro’nun önünden geçerken içeriden bir ses duyunca
durmak zorunda kaldı. Hale, komiserin geldiğini görmüş ve seslenmişti. Komiser
Tahsin, başını Cinayet Büro’nun kapısından içeri uzattı bir kez daha.
-
Komiserim, Rüstem Yakalı geçtiğimiz ay Singapur’da yeni
bir şirket açmış. Türkiye’den birkaç kişiyi oradaki şirkette işe almaya
başlamış bile. Ağırlıklı olarak Türkiye’de bağlı olduğu şirketin personelleri
var. Şaşıracaksınız ama Itır Hanım da var…
Komiser, doğru duyup duymadığını anlamak için tekrarlattı.
Gözleri fal taşı gibi olmuştu. Kafasını şaşkınlıkla sağa sola sallarken
Hale’nin diğer sözlerini dinlemeden sorgu odasına geçti.
İçeride, ağlamaktan gözleri şişmiş ve karnını tutan bir
kadın buldu. Birkaç saniye önce öğrendiği bilgi, kafasında değişik bir imaj
oturtmuştu. Nice katillerin cinayetlerden sonra gözü yaşlı şekilde, tanıkmış
gibi ifade verdiklerini dahi görmüştü.
Öksürerek varlığına dikkat çektikten sonra ağlaması duraksayan
kadının karşısına geçti.
-
Itır Hanım, kaybınız için başınız sağolsun ama sanırım
siz bu kayıptan haberdardınız…
Kadının ağlamaktan şişmiş olan gözleri, mümkün olduğu
kadarıyla açılabilmişti. Kahverengi uzun saçları, birkaç saattir yolduğu için olsa
gerek iyice yıpranmıştı. Şaşkınlıktan gözlerini birkaç kez kırpıştırdıktan
sonra dudaklarından tek bir şey dökülmüştü: “Ne?”
-
Sabahleyin sevgiliniz Furkan’dan aldığınız ve
çocuğunuzun ölümüne yol açan çikolatadan haberimiz var. Sonra nasıl oldu da o
çikolata hediye paketinin içine girdi ve ne tesadüftür ki sizin çocuğunuzun
hediyesi oldu; bu konuda bize yardımcı olabileceğinizi düşünüyorum…
Komiserin bu suçlaması karşısında histerik bir şekilde “O
değildi, çikolata değildi…” diye mırıldanarak çantasına uzanmıştı kadın.
Komiser ise, merakla kadını izlerken çalan telefonuna sabırsızca baktı.
Necip’in aradığını görünce sorgu odasından çıkıp merakla telefonu açtı.
-
Amirim, bilmeniz gereken bir şey var.
Komiser sessizce dinleme konumuna geçti.
-
Eve geldik, kapıdan sonra karşımıza çıkan vestiyerin
üstünde uçak biletleri vardı…
Necip’in bu sözü sonrası komiser lafını keserek “Singapur’a
mı?” diye sorduğunda birkaç saniyelik şaşkınlık yaşayan Necip “Nereden
bildiniz!” diye bir nara kopardı.
-
Kadının kendisi ve oğlu için hazırladığı iki tane valiz
de kapının hemen dibinde duruyordu amirim…
Şaşırma sırası komiserdeydi bu kez. “Oğlu için de mi valiz
hazırlamış?” diye sorarak, duyduğuna emin olduğu ayrıntıyı tekrarlattı.
-
Evet amirim, biletler de oğlu ve kendisi içindi zaten.
Yarın sabah ilk uçakla Singapur’a uçacaklarmış…
Komiser, alt üst olmuş bir şekilde telefonu kapatıp sorgu
odasına döndü. Kadın, tam komiser içeri girdiğinde çantasından çekip çıkardığı
bir şeyi sallıyordu.
-
Buydu! Furkan’ın bana verdiği şey buydu işte…
Kadının masaya koyduğu şey bir yüzük kabıydı.
Komiser, şaşkınlıkla bir kaba bir de kadına baktıktan sonra
kıpkırmızı olmuş bir yüzle bakışlarını yere eğdi.
-
Hepsi eski kocamın oyunu! Bu kadar ileri gidebileceği
aklımın ucundan bile geçmemişti… Benim Furkan’la ilişkim bizim evliliğimizden
de öncesine dayanıyordu ama o bunu kabul edemedi. Ben mahkemeye, benim
çocuğumun babasının Furkan olduğuna dair belgeleri sunduğumda boşanmamızın
önünde bir engel kalmamıştı… Ancak Furkan’a bunu söylemeye fırsatım olmamıştı! Furkan, çok çabuk parlayan birisidir; aşırı öfkeleniverir. Siz bugün onlara soru sorarken de aynısı olmuş sanırım... Bana bu sabah söz vermişti; ne bana ne de oğluma hiç kimse zarar vermeyecek diye...
Itır, cümlelerini tamamladıktan sonra hıçkıra hıçkıra
ağlamaya başlamıştı. Komiser ise, ellerini yanağına dayayıp öylece
kalakalmıştı.
*
-
Kim bu kadının eski kocası Hale!
Cinayet Büro’ya bağırarak giren komiser, Hale’yi bir an
ürkütmüştü. İçtiği kahveyi yutkunarak boğazından aşağı yolladıktan sonra
komisere baktı.
-
Size tam söylüyordum komiserim… Itır Hanım’ın boşandığı
eşi Haluk Pardayan’mış. Dört yıldır Ulubey AVM’nin operasyon şefi olarak
çalışıyor. Aynı zamanda sizin de elinizdeki belgelere göre, Itır Hanım ve
Furkan Bey’in AVM’de basılması olayında görgü şahidi de bizzat kendisi! Bir öç
politikası izlediğini düşünüyorum çünkü…
Komiser elini sallayarak Cinayet Büro’daki kahve
ısıtıcısının yanına geçti.
-
Biliyorum biliyorum, çocuk Furkan’danmış.
Hale’nin ağzı açık kalmıştı. Kapatıp, başını olumlu anlamda
salladı. Komiser ise, elini cep telefonuna götürüp olay yerinde bulunan ekibin
şefi Yasin’i aradı ve Haluk Pardayan hakkındaki bilgileri kısaca özetleyip
Haluk’un emniyete getirilmesini istedi.
Yasin’in cevabı kısa ve net olmuştu:
-
Bu imkansız amirim.
Arka plandan gelen koşturmaca seslerini o an fark etti
komiser. Dudağının ucu kıvrılmış bir şekilde Yasin’i dinlemeye başladı. İçinden
bir ses, dinleme faslının kısa süreceğini söylüyordu.
-
Sizin bahsettiğiniz şahıs birkaç dakika önce kendisini
öldürdü. Şimdi yeni olay yerini hallediyoruz. Adamcağız kendisini asansör
boşluğuna bırakmış… Görgü tanıkları var, cinayet değil kesinlikle.
Komiser, teşekkür ettikten sonra telefonu kapattı.
Hale, merakla kendisine bakarken pek bir şey
söyleyemeyeceğini düşünüyordu komiser. Önüne ilk gelen koltuğa çöküverdi.
Elinin hizasında duran Cinayet Büro giriş kapısını sertçe kapattıktan sonra
cebindeki sigara paketine uzandı, sigarasından birkaç nefes aldıktan sonra
konuşabilecek hale gelmişti.
“Bazıları…” diye mırıldanmaya başladı komiser.
-
Bazıları o kadar narsist oluyor ki Hale; en sonunda
verdikleri zarar boylarını aşınca nefes alamıyorlar. İflas ediyor vücutları…
Zarar görenler ise geride kalıyor; ne şanssızlık! Tek zarar görmesi gereken
kişiler, çabucak kurtuluveriyor bu cümbüşten…
Susup duraksadıktan sonra, sigarasından birkaç nefes daha
alıp mırıldandı:
“Yüzlerce çocuğun gözü önünde Noel Baba’yı öldürdükleri
halde üstelik…”
SON