NOEL BABA'YI KİM ÖLDÜRDÜ?


Görsel: Tolga Özasil

Birkaç yıldır adeti olduğu üzere, yıllık izninin bir bölümünü yılbaşında kullanmayı tercih etmişti Komiser Tahsin. Bunun belli başlı iki sebebi vardı.

İlk sebebi, emniyetteki yılbaşı telaşesini hiç sevmezdi. Hemen hemen tüm birimler teyakkuza geçerdi zira asayiş olayları tavan yapardı. Bu koşturmaca oldum olası hiç haz etmediği bir hadiseydi.

İkinci sebebi ise, genel olarak yılbaşı telaşesini hiç sevmezdi! İnsanların bir yılı daha eskitmiş oluşundan duydukları mutluluğa daha küçük yaşlardan beri hayret ederdi. Neden bu kadar mutlu olduklarını anlamazdı!

Sözün özü; komiser bir yılbaşında daha evindeydi. 30 ve 31 aralık ile 1 ocak tarihlerinde izinliydi. Göbeğinde serili uzanan bir televizyon kumandasıyla karşılamıştı akşamında yeni yılın girileceği yeni günü.

İrkilerek doğruldu ve gözlerini ovuşturdu komiser. Üstüne bir şey örtmeden uyuyakaldığı için kendine kızarak saatine baktı ve güneşin birkaç saat önce doğmuş olduğuna işaret eden rakamları gördü: “08:00”

2014’ün son gününde, geceden açık kalan televizyon kanalında sabah haberleri vardı. Bir müddet boş boş ekrana bakınırken, “Karın tadını gene çocuklar çıkardı” tandanslı bir haberi izlediğini fark edince küfrederek koltuğa düşmüş olan kumandayı alıp televizyonu kapattı.

İki oda bir salon, tek başına yaşadığı düşünülürse geniş sayılabilecek bir evde oturuyordu komiser. Yine de gereksiz tek bir mobilya yoktu evinde. Ayağa kalkıp uyku mahmuru bir halde salonda yürürken hiçbir şeye çarpmamasının sebebi buydu.

Mutfağa geçip buzdolabını açtığında uzun süredir evde sabah kahvaltısı yapmadığı için, yiyecek pek bir şeyin olmadığını hayıflanarak fark etti. Anadolu Yakası’nda oturmadığı için kendisine kızdığı ender zamanlar, kahvaltı vakitleri olurdu. Anadolu Yakası’nda kahvaltı için gidilebilecek pek çok alternatif varken Avrupa Yakası’nın en iyi kahvaltıcılarının gidilmesi en zor semtlerden birisi olan Beşiktaş’ta toplanmış oluşuna hep hayret ederdi.

İki gündür hiç dokunmadığı sakallarını hafifçe sıvazladıktan sonra kafasında bir sürü alternatifi ölçüp tarttıktan sonra Taksim’e yürüyerek gitmeyi tercih etti. Üstüne başına çeki düzen verdikten sonra gardıropta asılı olan montunu giyip evden çıktı.

Yılın son gününde, dudaklarını çatlatacak kadar ayaz vardı dışarıda. İnsanların işe veya okula gitmek için koştura koştura otobüslere doluşmasını izleyerek geniş bir rota boyunca ilerledi. Eminönü Köprüsü’nde her mevsim mevcut olan balıkçıları hayretle seyrederek köprüyü geçince, soğuk biraz kırılıyor gibi gelmişti.

Taksim Meydanı’na çıktığında, kış güneşi kendisini iyiden iyiye belli etmiş ve iç donduran bir soğuğa nispet yaparcasına gökte belirmişti. Komiser, daha önceden tanıdığı sivil polislerden birisine selam verdikten sonra gözüne ilk çarpan restauranta oturmuş ve bir çırpıda yanında bitiveren garsona kahvaltı siparişini vermişti.

Dışarıda yemek yiyen her pintinin yaptığı gibi yemek yedikten sonra menüdeki yiyeceklerin pazardan veya marketten alındığında ne kadar tutacağını hesaplayıp “Gene kazıklandık” hissiyle mekandan çıkmıştı. Her tarafı kaplayan yılbaşı süslemeleri ve belediyenin her yirmi dakikada bir hoparlörden geçtiği yılbaşı programı anonsu canını sıkmaya yetmişti de artmıştı bile.

Evde geçireceği iki gün için abur cubur, dergi ve kitap depolaması yapmak üzere önce Taksim’deki kitapçılardan birisine girmeye karar verdi. Zira yiyecek ve bilhassa abur cubur alışverişini evine en yakın bakkaldan yapardı. Sahaflar yakın olsa, büyük kitapçıları da tercih etmeyecekti lakin en yakın sahafa gitmek için köprüyü geçmesi gerekiyordu…

Kitapçılardan rast gele birisinin önüne girecekken dışarıdaki kalabalık ve bu kalabalığa mukavemet eden polisler dikkatini çekmişti komiserin. Sivil eylemciler ellerinde çeşitli dövizlerle, bir ağızdan bağırmadıkları için ne dedikleri anlaşılamaz bir halde duruyorlardı İstiklal Caddesi’nin tam ortasında. Komiser, kalabalık yeterince karışmadan dövizlerden birisinin üstünde yazan yazıyı okudu: “Emek Hırsızı Tuluğ Kitabevi”

O an, gireceği kitabevinin adının dövizdeki isim olduğunu fark edince duraksadı. Polislerden birinin yanına gidip usulca cebinden çıkarttığı polis kimliğini gösterdikten sonra eylemin sebebini sordu.

-          Amirim, birkaç kişiyi işten mi ne çıkarmışlar; milleti bilmiyor musunuz sanki eylem yapacak yer arıyorlar!

Komiser, polisle münakaşaya girmektense sırtına şöyle bir dokunmayı tercih etti. Bir daha tesadüfen de olsa mevzubahis kitapçıya girmemeyi aklının bir köşesine not ettikten sonra caddede aşağı doğru yürümeye başladı.

Diğer süslü püslü kitapçılara nazaran daha salaş görünen birisine girdi Tahsin. Kitap raflarının arasında kaybolmayalı o kadar uzun süre olmuştu ki, neredeyse hiçbir yazarı tanımadığını hayıflanarak fark etti.

Saate bakmayı unutarak bir saati aşkın süre boyunca kitaplar arasında gezinmiş ve en nihayetinde bir tane gerilim romanını gözüne kestirmişti ki, cep telefonu çalmaya başladı. Kitabı eline alıp kasaya yönelirken telefonunu açtı. Arayan Dok’tu.

Dok, emniyette sıkı fıkı olduğu ender polislerdendi. Yıllardır İstanbul Emniyeti’nde otopsi biriminde çalışıyordu ve otopsi biriminin Cinayet Büro ile sık sık dirsek teması kuran bir birim oluşundan mütevellit, Tahsin’le de sürekli muhabbet kurardı.

Kasada ücreti ödemek için cebinden para çıkarıp uzatırken telefonu kulağına götürdü Tahsin.

-          Dok, ne haber?
-          İyidir, senden ne haber Tahsin?

Tahsin’in kısa ama etkili bir can sıkıntısı reveransı sonrası Dok da iç çekerek cevap verdi:

-          Sorma! Ben de pek sevmiyorum bu yılbaşı tantanasını! Ne varsa sanki! Neyse ki, kızım Ayten bu sene arkadaşlarıyla kutlayacakmış; eşimle de aramız biraz limoni, tutturdu annemlere gideyim onlarla yılbaşına gireyim diye… Ben de yolladım Ankara’ya!

Birkaç saniyelik sessizlik sonrası tekrar söze girdi Dok:
-          İlla ki 3-2-1 diye sayarken birlikte olalım demiyorum Tahsin ama ben çok bunaldım evde oturmaktan… Birkaç saat sonra Ulubey AVM’de buluşalım mı? Bir kahve falan içeriz, hem sen seversin; dokuz tane Noel Baba hediye dağıtacakmış!

İroni içeren son cümlesinden sonra bir de kahkaha patlatmayı ihmal etmemişti… Tahsin, kitabını poşete koyan kasiyere en kibar halini takınıp teşekkür ettikten sonra kitapçıdan çıkmış ve Dok’a dostane sayılabilecek bir küfür savurmuştu!

-          Hayır, bir tane yetmiyormuş gibi niye dokuz tane?

Dok’un gülmesi öksürüklere dönüşmüş, tamamen kesildikten sonra da ihtiyar adamın açıklaması gelmişti:

-          Ya sorma, konsept çalışmışlar. AVM’nin dokuzuncu yılıymış da mış-mış…

Numaracıktan, anlayışlı bir üslup takındı komiser.

-          Ha, öyle desene! Konseptli bir şekilde ortaya konan saçmalığa can feda! Yoksa koca reklamcılık sektörü nasıl ayakta dururdu?

Tekrar karşılıklı gülüştükten sonra Tahsin’in ikna olması için birkaç dakika daha dil döken Dok başarıya ulaşmıştı. Yarım saat sonra Ulubey AVM’de buluşmak üzere sözleştiler ve telefonları kapattılar.

*

Özel bir kahve firmasının şubesinde, insanların dip dibe oturabilmesi için dizayn edilmiş gibi duran masalarından birinde yer bulabilmenin coşkun sevinciyle sandalyelere kurulduklarında tam da planladıkları gibi yarım saati biraz geçmişti.

Dok, kahvesinden birkaç yudum aldıktan sonra etraftaki alışveriş telaşına dikkat çekip dudak büktü.

-          İnsanlar ne anlıyorlar bilmiyorum… Yeni bir yıla girmek neden bu kadar mutlu ediyor insanları?

Komiser de, ilk kez kahvesini içtiği şirkete kendi içinden geçer not verdikten sonra dudaklarını şapırdatıp cevap verdi:

-          Çünkü doyumsuzlar. Her seneyi, bir öncekinden daha iyi olsun diye iple çekiyorlar. Ne kadar iyi geçmiş olursa olsun, bir sonraki daha iyi olacak umuduyla!

Bir müddet, özel hayatlarındaki problemleri konuştular. Daha doğrusu; Dok anlattı, Tahsin dinledi. Komiserin özel hayatı uzun süredir geçerliliğini rafa kaldırmıştı. Dok’un kızıyla yaşadığı uyum problemlerine, eşiyle yaşadığı geçimsizliklere hayret etti komiser. Bunu da dile getirdi ve arkadaşlık ilişkisinde bu kadar uyumlu olmasına rağmen aile hayatında sorunlar yaşamasını yadırgadığını ifade etti.

İki erkeğin sohbetinde ne zaman çözümsüz bir yola girilse ne olursa o oldu ve Dok ile komiserin muhabbeti siyasete, sonrasında futbola ve en nihayetinde nostaljik anılara evrildi. İki buçuk saati aşkın süre boyunca sohbet ettikten sonra AVM yönetiminin anonsuyla irkildiler: Dokuzuncu yıl vesilesiyle dokuz Noel Baba hediye dağıtmaya başlayacaktı.

“Hadi kalk!” diye coşkuyla Tahsin’i dürttü Dok ve ekledi:

-          Çok komik görüneceklerine bahse girerim!

Tahsin gülerek yerinden kalkarken elindeki kağıt bardağı şöyle bir yokladı ve ne ara kahvesini bitirdiğini anımsayamadığı için kısa bir şaşkınlık yaşadı.

Noel Babaların hediye dağıttığı bölüme geldiklerinde irili ufaklı onlarca çocuğun yan yana sıralanmış dokuz Noel Baba’dan hediye alma çabasını görünce istemsizce hem gülmüşler hem de iç geçirmişlerdi. Yan yana konulmuş koltuklarda oturan Noel Babalar, sırayla kendilerine gelen çocuklara gülümseyip birkaç kez saçlarını okşadıktan sonra arkalarındaki dev hediye yığınından bir paket çekip uzatarak bir sonraki çocuğun gelmesini bekliyorlardı.

Dok, Tahsin’e kalabalıktaki bir çocuğu gözleriyle işaret etti:

-          Şuna bak şuna, bir tanesinden aldı koca bir paket; diğerinden de almaya çalışıyor!

Uzun süre, vinç ve grayderleri izleyen mahallenin emeklileri gibi Noel Babalardan hediye kapmaya çalışan çocukları amaçsızca izlediler. Neden sonra Tahsin, boş bir uğraşa kapıldığını fark eden herkesin yapacağı gibi küçümseyen bir gülümsemeyle hareketlendi.

O an, sanki sihirli bir dokunuşla ince bir tabaka kırıldı: Tahsin’in hareketlenmesiyle, kalabalıktan bir grubun bağrışmaya başlaması bir olmuştu! Dok da Tahsin ile birlikte sırtını dönüp gidecekken durdu, iki üç adım atmış olan komiserin kolundan tutup geri çekti. Kalabalığın karıştığı noktaya dikkatlice bakmaya başladılar.

Bir kadın, canı çıkarcasına dövünüyordu. Yanıbaşında yerde yatan ve çırpınan bir çocuk vardı. Etrafına doluşanların büyük çoğunluğunun çocuk oluşundan kelli, ilk yardım yapabilecek birisi pek görünmüyordu. Noel Babalardan birisi fırlayıp kalmışken bir diğeri de fırlamış ve bu ikisi birbirine çarpmışlardı. İlk kalkan Noel Baba yere düşmüş, diğeri de sersemlemişti.

Ortalığın iyice karışacağını öngören komiser koşar adımlarla alt kata, Noel Babaların yer aldığı alana, inmeye başlar. Kalabalığa ulaştığında öngördüğü karmaşa çoktan başlamıştır bile!

Yine de kalabalığı yararak ortalığın karıştığı iç kısma geçmeye çalıştı komiser. Cebinden çıkarttığı polis kimliğini havaya çıkarıp “Çekilin, polis!” diye bağırmaya başlayınca işi daha da kolaylaşmıştı.

Herkes sağa sola açıldığında Kızıldeniz’i yaran Musa gibi ilerlemişti. Tam orta alanda yerde zayıf çırpınışlarla yatan bir çocuğun ve başında dövünüp duran, çare arıyormuş gibi etrafa boş bakışlar atan annenin yanına vardığında artık çok geçti: Çocuk, tam da komiser yanına vardığında son bir kez çırpındı ve durdu. Boğazı şişmiş, yüzü mosmor olmuş bir halde yattığı yerden göğe doğru bakakalmıştı.

Komiser, hem koşturduğu ve kalabalığı yardığı için hem de karşılaştığı dramatik sahne sebebiyle soluksuz kalmıştı. Peşinden anca yetişebilmiş Dok, bir umutla Tahsin’i kenara itip çocuğun başına eğildi; kısa bir andan sonra ayağa kalktı ve saatine baktı. Komisere baktıktan sonra konuştu:

-          Ölüm saati 16:14…

Çocuğun annesi, daha bir çığlık çığlığa dövünmeye başlamıştı… Komiser, çocuğun elindeki yeni açılmış hediye paketini görünce dudaklarından tek bir kelime dökülmüştü: “Cinayet”

*

Yarım saat geçtikten sonra Olay Yeri Ekibi, Ulubey AVM’nin zemin katının ortasındaki alanı kapatmış ve çalışma yapmaya başlamıştı. Olay Yeri Ekibi’nin şefi Yasin, kendisini karşılayan Dok’u ve komiseri görünce şaşkınlığını gizleyememişti.

-          Bu nedir ya? Siz izin gününüzde de ekstra mesaiye mi gidiyorsunuz?

Komiser ve Dok ise normal zamanda olsa gülecekleri nüktedan girizgaha karşılık, yarım saat önce tanık oldukları dramatik an dolayısıyla tebessüm etmekle yetinmişlerdi. Yasin’e kısaca olayın özetini geçtikten sonra sarı-siyah olay yeri şeritlerinin birkaç adım dışından çalışmaları izlemeye koyuldular.

Sekiz kişilik Olay Yeri Ekibi’nin, ne kadar dikkatli olurlarsa olsun yüzlerce kişinin içinde işlenmiş bir cinayetin delillerini toplaması hayli zor görünüyordu. Şeritlerin dışında duran görevlilerden birisinin elinde duran delil poşetlerinden, hediye paketinin yer aldığı poşeti incelemeye başladı komiser.

Diğer paketlerden bir farkı olmayan hediye paketinin içinden çıkan bir oyuncaktı bu. Komiseri, cinayet olduğunu düşünmeye iten şey ise oyuncağın ta kendisi olmuştu.

Çocukların çoğunun elinde peluş oyuncaklar varken hayatını kaybeden çocuğun paketinden bir yiyecek çıkmıştı. Buraya kadar normal sayılabilecek bir hediyeyken, çocuğun yarısını bir çırpıda yediği çikolatadan dışarı sızmış cam parçacıkları görüntüyü cinayet boyutuna taşımıştı.

Komiser, memura hediye paketinin yer aldığı delil poşetini işaret ederek konuştu:

-          Bunu çabucak laboratuara yollayın; parmak izlerini çıkartsınlar.

Delil poşetinden gözlerini ayıran komiser etrafına bakındığında yerde yatan çocuğu gördü. Dikkatini, Olay Yeri Ekibi’nin topladığı diğer delil poşetlerine vermeye çalıştı. Başarılı olamıyordu. Cebinden telefonunu çıkarıp laboratuara gönderilmek üzere hazırlanan delil poşetinin fotoğrafını çekti.
Aklı, çocuğun hediye paketini aldığı Noel Baba’ya takılmıştı. Birden, ülkenin dört bir yanını saran AVM’lerden birinde olduğunu hatırladı ve istemsizce başını kaldırdığında bir kamerayla göz göze geldi.

Birkaç adım ötede duran güvenlik görevlilerinden birisinin yanına gitti ve kamerayı işaret ederek kayıtları nereden izleyebileceğini sordu. Güvenlikçinin yaptığı yönlendirmeyle, bir üst kata, tuvalete giden koridorun en dibindeki odaya yönelmişti.

AVM’deki cinayet nedeniyle yönetimden itibaren hiyerarşik sıralamada yer alan tüm görevliler teyakkuza geçmişti. Son dönemde, arsa davalarıyla gündeme gelen bir AVM olması nedeniyle basına çok kötü yansımadan bu cinayetin çözülmesi için ellerinden geleni yapacağa benziyorlardı. Bu yüzden olsa gerek, normal zamanda savcılık izni olmadan el bile sürülemeyen kamera kayıtları iki dakika sonra Komiser Tahsin’in önünde açılmış, hatta önüne bir bardak çay bile konmuştu…

Komiser çayını içerken görüntüleri geri sarmış ve çocuğu bulamasa da annesini bulabilmişti. Ne yazık ki, bu yöntemin işine yaramayacağını ise birkaç dakika sonra anladı. Zira ölen çocuk, Dok’un tüm Noel Babalardan hediye aldığı için işaret ettiği çocuktu! En az üç tanesinden hediye paketi almıştı…

Çayını bitirip ayağa kalktı. Güvenlik görevlilerine teşekkür ettikten sonra odadan çıktı. Birkaç saniye duraksadıktan sonra en üst katta yer aldığını düşündüğü yönetim kurulunun ofisine gitmek üzere yürüyen merdivenlere bindi. Organizasyon AVM’ye aitse, bilgi almak için yönetim kurulundan daha iyi bir yer bulamazdı.

Nitekim yanılmamıştı da.

Şık giyinmiş ancak yüzü allak bullak olmuş bir sekreter karşıladı komiseri. Arkasında duran kapıyı tıklatıp başını içeri uzattı ve komiserin geldiğini söyledikten sonra geri geldi. Komisere arkasındaki koltuğu işaret edip birkaç dakika beklemesini rica etti.

Bu esnada komiser sehpada duran bir dergiyi incelemeye koyulmuştu. Sayfaları rastgele çevirirken bir anda bir bıçak firmasının reklamını görünce irkildi. Aklında dönüp duran cinayet tekrar gözünün önüne geldi ve bunalacak gibi oldu. Neyse ki sekreterin telefonu çaldı ve akabinde sekreter, komiseri yönetim kurulu başkanının odasına buyur etti.

Komiser, içeri girerken daha önceleri çeşitli yöneticilerden polisle işbirliği hususunda yaşadığı zorlukları anımsayıp her şeyi göze almıştı ancak karşısına çıkan orta yaşlarda, dinç görünümlü ve cin gibi bakan yönetim kurulu başkanı tüm önyargılarını yerle bir etmişti. Daha komiser içeri girer girmez ayağa kalkan başkan önce elini uzatıp dostane bir şekilde tokalaşmış ve kendisini tanıtmış, akabinde önündeki koltuklardan birisini işaret edip komiseri buyur etmişti.

Çay önerisi reddedilen yönetim kurulu başkanı misafirperver bir ev sahibi edasıyla sigara paketini uzatmış ve komisere içmesi için ısrar etmişti. Komiser bu ikramı da reddetmesinin ayıp kaçacağı hissiyle mecburen bir dal çekip tüttürmeye koyuldu.

-          Komiserim, biz AVM yönetimi olarak yaşanan olaydan ötürü feci derecede üzgünüz. Takdir edersiniz ki başımıza ilk kez böyle bir şey geliyor; şaşakaldık! Ne yapmalıyız, ne yapacağız?

Komiser, karşısındaki adamın samimiyeti karşısında neredeyse mahcup duruma düşecekti. Ancak son anda en soğukkanlı katillerin, mağduru çok kolay oynaması aklına geldi. “Cinayet dürüstçedir, iki yüzlü olanlar katillerdir…” diye içinden geçirirken sırtını koltukta geriye yaslayıp dudak büktü.
-          Valla, işbirliği yapacağız. Siz bana istediğim bilgileri sağlayacaksınız, yardımcı olacaksınız; ben de bu olayı fazla büyümeden çözeceğim. Sonuçta siz de mağdursunuz; giriş kapılarınız kapatıldı. Ne içeri birileri giriyor, ne de içeriden birileri çıkıyor. İçeridekilerde alışveriş yapacak durum da yok… Bir an önce bu olayı çözmemiz hepimizin yararına…

Karşısındaki yönetim kurulu başkanı, kafasını hararetli bir şekilde yukarı aşağı sallayarak komiseri onaylamıştı. Bu olumlu yaklaşımın ardından komiser, sözlerini sürdürdü:

-          Aşağıdaki Noel Baba organizasyonunu siz mi düzenlediniz Ulaş Bey?
-          Şöyle, bizim bir organizasyon şirketimiz var… Biz onlara bu tarz özel günler için brief veririz; ne gibi bir organizasyon istediğimize, hedeflediğimiz müşteri algısına ve şirketimizin konumuna dair… Mesela Ramazan Bayramı’nda hediyeden ziyade indirim, sevgililer gününde bir alana bir bedava konsepti gibi planlamalar isteriz. Onlar bize konsepti hazırlar, personeldir hediyedir bu tarz şeyleri biz ayarlarız.

Komiser dikkatlice dinlerken istediği bilgiye son cümlede ulaşmış olduğunu sezdi. Doğrulatmak için bir daha sordu:

-          Yani, hediyeleri ve personeli siz ayarlıyorsunuz. Doğru mu?

Ulaş Bey, tekrardan başını sallamıştı. Soru, kafasını karıştırmışa benziyordu. Ulaş Bey’in yanlış bir şeyler söylemiş olmaktan korktuğunu düşündü komiser.

-          Peki, bu hediyeleri kim ayarladı?

Ulaş Bey iyiden iyiye çekinmeye başlamıştı. Dudaklarını hafifçe ıslatıp düşünmeye koyuldu. Birkaç saniye sonra “Hah” diye bir nara çıktı ağzından.

-          Bizim operasyon ekibimiz ayarladı. Zaten Noel Baba’lar bizim personel…
-          Hepsiyle görüşmek istiyorum!

Komiserin çıkışı sonrası, Ulaş Bey kendisini temize çıkarmak istercesine bir üzüntü haline büründü.

-          Derhal ayarlarım komiserim. Zaten olay yeterince üzücü… Eski bir personelimizin evladını kaybetmesi çok üzücü… AVM’mizin böyle olaylarla anılmasını hiç istemeyiz.

Komiser ayağa kalkacakken duraksamıştı. Bir kaşı havada, eli koltuğun kenarından tutarken kalakalmıştı.

-          Nasıl yani? Eski personelimiz, derken?

Ulaş Bey, kravatını hafifçe gevşetti parmaklarıyla. Köşeye sıkışmış gibi hissediyor olmalıydı. Her sözünden sonra başka bir sorunun gelmesi canını sıkmıştı. Öksürdükten sonra açıkladı:

-          Hayatını kaybeden küçük yavrumuzun annesi Itır Hanım bizim eski personelimizdir. Bundan üç ay öncesine kadar temizlik departmanımızın müdiresiydi…

Komiser, tekrar geri yaslanmış ve daha rahat bir oturuşa geçmişti. Yüzünde gizli bir gülümseme hasıl olmuştu. Itır Hanım’ın neden işten ayrıldığını sordu. Ulaş Bey daha fazla dayanamadı ve önündeki telefonda bir tuşa bastıktan sonra bir bardak su sipariş etti. Komisere bir şey içip içmeyeceğini sorduktan sonra, gelen olumsuz cevap üzerine siparişini tekrar edip telefonu kapattı. Bir dakika geçmemişti ki, bir bardak suyla dışarıdaki sekreter odaya girmişti.

Ulaş Bey, suyunu içtikten sonra konuşmaya koyuldu:

-          Itır Hanım hakkında bir soruşturma açıldı. Bu, bizim kendi iç meselemizdi ve bunun böyle kalmasınız arzu ederiz komiserim. Eğer bir savcılık talimatı çıkarırsanız, yönetim kurulu kararını size seve seve takdim ederim ama şu koşullarda bu tarz bir meselenin tekrar gündeme gelmesi hem acılı anne için hem de bizim için kötü olur.

Karşısındaki adamın bir anda yaşadığı değişim, komiserin mesleki hayatındaki tecrübeleriyle geliştirdiği içsel bir alarm butonunu çalıştırmıştı. Ortada üzerindeki yara bandının açılmaması için uğraşılan bir yara varsa, o yaranın sebebi muhtemelen işine çok yarayacaktı. Ayağa kalkıp elini uzattı ve işbirliği için teşekkür ederek Ulaş Bey’i şaşırttıktan sonra Noel Babalar ve operasyon ekibiyle yarım saat içinde görüşmek istediğini söyleyerek odadan çıktı komiser.

*

Savcı Tekin Yaren, olay yerine intikal ettiğinde ölüm saatinin üstünden kırk dakika geçmişti. Olay Yeri Ekibi’nin şefi Yasin’den bilgileri alan savcı, resmi tutanak tutturmaya başlamıştı ki gözü Komiser Tahsin’e çarptı. Çok sık karşılaşan bir ikili değillerdi, dahası resmi olarak olay yerine gönderilen amir de Tahsin değildi.

Komisere yaklaşan Savcı Yaren, elini uzatıp komiserle tokalaştı. Yerde yatan çocuğa baktıktan sonra dudağını büktü.

-          Ne diyorsunuz komiser? Çözülecek mi?

Komiser, olay yerini tam olarak gören bir kafeteryaya dizilmiş Noel Babalar ve operasyon ekibini gözleriyle işaret ettikten sonra savcının kulağına doğru fısıldadı:

-          Çözülmeyecek, paramparça edeceğim. Ama yardımınız lazım savcı bey... Yönetim Kurulu’nun kararnameleri için bir emir çıkartmanız gerekiyor.

Savcı Yaren, birkaç adım geri gidip ellerini avuç içi önde olacak şekilde kaldırdıktan sonra kaşlarını çatarak konuştu:

-          Ne gerekiyorsa komiser! Ne gerekiyorsa! Böylesi alçakça ve yüz kızartıcı bir olayın faillerini bir an önce bulmamız gerekiyor… Şerefsizliğin de bir seviyesi vardır; bu, ondan da aşağıda! Bir çocuk…

Gözü tekrar yerde cansız yatan çocuğa takılan savcı, alelacele başka yöne doğrulttu bakışlarını.

-          Siz bir dilekçe yazıp verin, yarım saat içinde ofisimden bir emir çıkartıp yollarım buraya.

Komiser başını sallarken, bürokratik aşamaların her zamankinden daha kolay hallolmasına şükretti. Bir kenara çekilip, bulduğu bir kağıda kaba taslak bir dilekçe çiziktirdikten sonra savcının yanına döndü. Savcı Yaren, şöyle bir baktıktan sonra komisere göz kırpıp dilekçeyi ikiye katlayarak ceketinin cebine özenle yerleştirdi.

Bu işi de hallettiğine göre, geriye bir tek yüzleşeceği Noel Babalar kalmıştı. Kimlerden başlayacağını iyi biliyordu komiser, bu hissin verdiği güçle sağlam adımlarla yürüdü kafeteryaya doğru. O, yanlarına yaklaşırken tüm Noel Babalar ayağa kalkmıştı. Başka bir ortamda olsa hayli gülünç bir sahne olurdu: Dokuz tane irili ufaklı Noel Baba ayakta, hazır ola geçmiş bir şekilde karşılarına dikilen komisere bakıyordu.

Sert bir üslupla, gözleriyle hepsinin birden yüzüne bakarak sordu komiser:

-          Çocuk yere yığıldığında ayağa kalkanlar hanginizdiniz lan?

İki kişi, birbirine bakarak öne çıktı.

Komiser, bunun üzerine diğer Noel Babalara kafeteryada bir yere oturabileceklerini söyledi ve organizasyon ekibinden gelen iki görevliye döndü.

-          Hediyeleri siz mi paketlediniz?

Bir tanesi öne çıktı ve ellerini önünde birleştirip kah yere kah kaçamak bakışlarla komisere bakarak anlatmaya başladı.

-          Komiserim, yönetim kurulunun talimatıyla bu işle biz görevlendirildik. Üç gün boyunca uğraşıp tüm hediyeleri paketledik.

Komiser bunun üzerine cep telefonunu çıkarıp çocuğun ölümüne yol açan hediye paketinin fotoğrafını açtı ve telefonu karşısındaki adama doğrulttu.

-          Bunu da mı siz paketlediniz?

Adam hediye paketinden çıkmış yarım çikolatayı görünce gözlerini büyüttü, diğer arkadaşına bakıp emin olduktan sonra olumsuz bir kafa hareketiyle komisere döndü.

-          Hayır. Çünkü verilen listede bu yoktu. Listede sadece ufak tefek oyuncaklar, boyama kitapları ve bizim yönetim kurulu üyelerimizden birisinin yazdığı çocuk kitabı vardı. Bunların dışına çıkmamız yasaktı.

Tahsin, göz ucuyla Noel Babalara bakınca hepsinin elinde eldiven olduğunu gördü. Son anda birisi hediye paketi yapıp da böyle bir tuzak kurduysa bile eldivenden ötürü parmak izi bırakmamış olabilirdi. İç çekerek operasyon ekibine de kafeteryada bir yerlere oturmasını işaret etti.
Ayrıntılar her zaman insanı farklı yollara sevk eder. Komiser de, artık “Görmedim” diyebileceği çok fazla cinayet kalmadığı için ayrıntıların önemine hayli vakıftı.

Kendisine meraklı gözlerle bakan iki Noel Baba’ya dönen komiser, beklenmedik bir şey sordu bu kez:

-          Çocuk yere düştüğünde ilk ayağa kalkan hanginizdiniz?

İki Noel Baba da duraksamış ve aynı anda birbirlerine bakmıştı. Birkaç saniye sonra bir tanesi, beklenmedik bir çıkış yaptı:

-          Bunun ne önemi var ki komiserim? İkimiz de çocuğu kurtarmak için hamle yapmışız…

Komiser, elinin birini beline koyup diğerini konuşan Noel Baba’ya doğru sallayarak karşıladı bu çıkışı:

-          Yahu, sen soruma cevap ver. Sana ne, ne önemi varsa!
-          Hayır, o an o kadar karmaşa vardı ki; biz nasıl ayırt edeceğiz hangimizin önce kalktığını? Duyarlılığımızı mı yarıştırıyoruz!

Bütün bu çıkışın ardından komiser cevap vermemişti. Cevap vermek yerine, dönüp arkasında olay yerini gözlemlemekte olan polislerden birisini yanına çağırmıştı. Polis, telsizi düşmesin diye belindeki kemeri sıkı sıkı tutarak koşup yanlarına geldi. Komiser Tahsin, susmak bilmeksizin konuşan Noel Baba’yı işaret etti.

-          Bunu alın merkeze götürün. Sorgu odasında beklesin beni…

Polis emri sorgulamazken Noel Baba daha çok konuşmaya başlamıştı. Komiser dayanamayıp çıkıştı:

-          Lan bir sus! Car car car; Noel Baba dediğin şey babacan olur, konuşkan değil. Sen bir git merkeze, bir şey yoksa zaten dönersin evine! Niye bu kadar olay yaptın?

Noel Baba uzaklaştırılırken hala konuşmaya devam ediyordu. Neyse ki bir süre sonra üst kata çıkarıldı da sesi duyulmaz oldu. Komiser de etrafı gözden geçirip Emniyet’e geçmek üzere hazırlanmaya koyulmuştu ki, suskun Noel Baba geldi yanına.

-          Komiserim, bir şey söyleyecektim…

“Hah, buyur” diye içinden geçirerek Noel Baba’yı dinlemeye koyuldu komiser.

-          İlk ayağa kalkan bendim, sonra Furkan bana çarptı; ikimiz de yerde kaldık. Benden birkaç saniye sonra ayağa fırlamıştı Furkan…

Komiser uzanıp omzunu sıktı Noel Baba’nın. “Tam tahmin ettiğim gibi…” diye içinden geçirse de renk vermedi. Tahminlerini dile getirmesi, amatörlük olurdu. Bunun yerine dönüp görevli memurlara Emniyet’ten bir haber gelene dek herkesi AVM’de tutmaya devam etmelerini söyledikten sonra bir görevliyi yanına alıp Emniyet’e geçti.

*

Sorgu odasında karşısında oturan Noel Baba, sakalını ve başlığını çıkarmıştı. İlk göründüğü kadar şişman olmaması komiseri şaşırtmıştı. Dişlerini gıcırdattıktan sonra yapmacık bir gülümseme takınıp söze girdi:

-          Furkan’dı sanırım. Sen bu çocuğu daha önceden tanıyor musun lan?

Adam başını olumsuz anlamda salladı. Komiser “Oldu mu şimdi?” minvalinde bir kafa hareketi yaparak bir anda ayağa kalkınca da Furkan’ın korkup geri çekilmesi, komiseri gülümsetti.

-          Aa, niye korkuyorsun yahu? Sen buraya gelirken dışarıdaki koca bilboardu görmedin mi? ‘Polis sizin dostunuzdur’ yazıyor. Merhaba şüpheli, ben dostum!

Arkasına geçtiği adamın omuzlarını, masaj yapıyormuş gibi kavramıştı komiser. Eliyle iyice omuzlarını sıkıştırdıktan sonra eğilip kulağına fısıldadı:

-          Bak şimdi, dostsak bir konuda anlaşmamız lazım. Dürüst olalım birbirimize. Sen, ölen çocuğu tanıyor muydun tanımıyor muydun?

Adamın cevap vermemesi üzerine komiser bir anda ellerini geri çekip beline koydu ve adamın yanındaki sandalyeyi ayağıyla itekleyip, yüz yüze oturabilecekleri bir konuma getirdi. Sandalyeye oturduktan sonra adama doğru bakmaya başladı.

-          Lan, dürüst olalım diyorum… Bak ben dürüst olacağım; bence bu cinayetle senin bir alakan var! İlk adımı ben attığıma göre, sıra sende! Tanıyor musun, tanımıyor musun?

Adam derin bir nefes alıp gözlerini kapattıktan sonra dudaklarını büküp kafasını salladı.

-          Tanıyorum.

Komiser, elini kulağının arkasına götürüp adama doğru yanaştı. Eliyle, bir daha söylemesini işaret etti. Adam bu kez daha yüksek sesle tekrarladı aynı cümleyi. Bunun üzerine havadaki eliyle uzanıp adamın ensesinden tutup, kafasını masanın üstüne dayadı komiser. Bir yandan ayağa kalkmıştı. Dişlerini sıkarak adama doğru eğildi.

-          Ulan madem tanıyorsun, niye uğraştırıyorsun beni? Itır’ı da tanıyordun değil mi? Çocuk AVM’ye mi geliyordu, nerede gördün çocuğu? Nasıl tanıyordun?

Adam acıdan gözlerini kapatmışsa da dudakları zerre kımıldamıyordu. Komiser derin soluklar alıp verirken daha fazla yüklenecekti ki, kapı çalındı. Bir anda bırakıp adamdan uzaklaştı komiser. “Gel!” diye seslendi dışarıya.

Kısa boylu, çıtı pıtı bir kadın memure girdi içeri. Elindeki dosyayı komisere uzattıktan sonra açıklamasını da yaptı:

-          Savcı Bey bu dosyaları yolladı. Arama emri çıkartmışlar ve yönetim kurulunun dosyalarını almışlar. Sizinle ilgili olabilecek olan kısmı hazırlatıp gönderdi.

“Ha!” diye mırıldandı komiser. Dosyayı alıp havaya kaldırdıktan sonra gülümseyip ekledi:

-          Sağolsun Savcı Bey.

Birkaç saat önce cevval bir Noel Baba iken şimdi aciz bir hale bürünmüş olan Furkan, acıyla ve merakla komisere bakıyordu. Komiser, ilk oturduğu yere yani ortalarına masayı alacak şekilde adamın karşısına oturdu ve yapmacık bir yavaşlıkla dosyayı açıp okumaya başladı. Bir yere gelince duraksayıp gülümsedi ve adama baktı.

-          Lan siz bu Itır’la tuvalette mi basıldınız? Kadın bekar mı bari?

Adam başını önüne eğdi. “Boşanmış…” diye mırıldandı. Komiser gülerek tekrar okumaya koyuldu. En sonunda dosyayı kapatırken kararların altındaki imzaları inceleyip ıslık çaldı.

-          Bak sen şu işe! Kadın işten çıkarılırken senin işten çıkarılmamanın sebebi de belli oldu. Neyin oluyor senin bu yönetim kurulu başkan yardımcısı? Soyadlarınız aynı…

Adam, başı öne eğik bir halde “Dayım…” diye homurdandı.

-          Ulan memlekete bak ya, AVM’de tuvalet temizlikçisi olmak için bile dayı lazım arkadaş…

Başka bir şey söylemeden, sorgu odasından çıktı komiser.

Cinayet Büro’ya geçti. Geldiğinde büroya uğramadan doğrudan sorgu odasına geçtiği için, bürodaki Hale şaşırmıştı komiseri görünce. Hale’nin yanına geçip elindeki yönetim kurulu kararını masaya bıraktı. Furkan’ın dayısı olan Rüstem Yakalı’yı parmağıyla işaret edip bir an önce araştırmasını rica etti.

Tam bürodan çıkacakken durdu, Necip’in nerede olduğunu sordu. Hale, bilgisayar ekranından kafasını kaldırıp cevapladı:

-          Bu son Noel Baba olayıyla ilgili birkaç delil analiz edilmiş. Laboratuara gitti amirim…

Hale’ye göz kırpıp, kağıdı ciddi bir şekilde tekrar işaret ettikten sonra bürodan çıkıp laboratuara geçti komiser. Tam laboratuara varırken, onun gibi izin gününde olmasına rağmen tanık oldukları olay nedeniyle aniden mesaiye dönen Dok çıktı karşısına.

Elindeki raporu komisere uzatıp başını üzgünce eğdi. Çıkacağını işaret ettikten sonra da pek konuşmadan geçip gitti. Komiser, rapora bakınca çocuğun ölüm sebebinin soluk borusuna doluşan cam parçacıkları olduğunu öğrendi. Eğer soluk borusuna kaçmamış olsaydı bile, cam parçacıklarının iç organlarında ciddi hasara sebep olacağı da rapora eklenmişti. Gözünü yumdu komiser. Geri açtığında karşısında Necip belirivermişti. Elindeki birkaç kağıdı okuyarak laboratuardan çıkan Necip, komiseri görünce gülümsedi.

-          Hah, komiserim ben de sizi arayacaktım…
-          Tamam, tamam bırak şimdi selam sabah faslını… Nedir olay?

Komiserin aceleci tavrına şaşıran yardımcısı Necip, biraz bocaladıktan sonra kağıtları hızlı hızlı gözden geçirip özetlemeye girişti:

-          Çocuğun ölümüne sebep olduğunu düşündüğümüz çikolatadan, kabından ve paketinden sadece çocuğun ve annesinin parmak izi çıkmış. Ancak olay yerinden alınan bir kamera görüntüsüne göre, sabah erken saatlerde AVM’ye gelen Itır Hanım’ın bir yerde beklediği; sırtı dönük bir şekilde kameraya giren bir Noel Baba’nın da ona bir şey verdiği görülüyormuş. Henüz kesinleştirememişler ama bunun bu çikolata olduğunu düşünüyorlar. Kayıtları bize de yolladılar, birazdan bakarız diye düşünüyordum.

Elini havada salladı komiser.

-          Geç o işi. Sen kadını buraya getirt, Savcı Bey’e de kadının evi için arama izni çıkarttır.

Necip şaşkınlıkla söylenenleri yapmak üzere ilk olarak savcının odasına gitmek için dönmüştü ki, Tahsin tekrar Cinayet Büro’ya geçti. Gel gitleri, Hale’nin de başını döndürmüştü. Kapıdan başını uzatıp konuştu komiser:

-          Hale! Sana zahmet bir de şu, öldürülen çocuğun annesi Itır’ın boşanma kararlarına ulaşabiliyor muyuz bir bak. Neden boşanmışlar, ne zaman boşanmışlar…

Hale gözleriyle onaylayıp tekrar yaptığı işe döndü. Komiser, Hale ile çalışmaya; Hale de komisere ayak uydurmaya alışmıştı. İlk başlarda, peşi sıra işler talep edildiğinde motivasyonu düşen Hale; sonradan işleri aklında sıralayıp birer birer gerçekleştiren, tam teşekküllü bir personele dönüşmüştü. Bazı cinayet davalarında Komiser Tahsin ve Necip’in atladığı ayrıntıları göz önüne sermesi de cabası…

Nitekim Hale, kendisine emanet edilen iki işi de halletmek üzere kayıtlar arasında gezinmeye başlamıştı. Cinayet Büro’dan ikinci çıkışında komiser, olay yerindeki görevlilere ulaşıp Itır Hanım’ı merkeze getirmelerini rica etmiş; beklemek üzere de Emniyet’in tam karşısında yer alan kafede, giriş kapısını net görebileceği bir masaya oturmuştu.

İkinci bardak çayına yeni başlamıştı ki, Emniyet önünde duran bir araçtan iki resmi polisle birlikte hayli üzgün görünen Itır Hanım indi. Onların kapıdan girişinin akabinde birkaç dakika bekleyip çayından hızlı hızlı yudumlar aldıktan sonra kalktı komiser ve masaya birkaç bozukluk bıraktıktan sonra Emniyet’e geçti.

O içeri girerken Necip peşi sıra birkaç polisle Emniyet’ten çıkıyordu. Komiseri görünce kendisi duraksamasına rağmen, peşindeki polislere ilerlemelerini işaret etti Necip.

-          Komiserim! Savcı, bir çırpıda çıkarıverdi izni. Şimdi gidiyoruz eve… Var mı aklınızda hususi bir şey? Yani ne bileyim…

Komiser Tahsin, bir anda gelişen bu durum karşısında kısa bir süre tereddütte kaldıysa da bilgiç bir edayla başını sallayıp cevapladı Necip’i:

-          Garip olan, tutarsız olan ne olursa olsun… Hepsi önemli. Ne bileyim, eski kocasıyla fotoğrafı hala evin vitrininde duruyor mu? Duruyorsa belki çerçevenin içine bir şey gizlemiştir… Bunun gibi şeyler işte.

Necip “Tamamdır!” diye mırıldandıktan sonra önden ilerlemiş olan ekibe yetişmek üzere koşturmaya başladı. Komiser ise, bir diğer sorgu odasına alınan Itır Hanım’ın yanına geçmek için koridorda ilerlemeye devam etti.

Cinayet Büro’nun önünden geçerken içeriden bir ses duyunca durmak zorunda kaldı. Hale, komiserin geldiğini görmüş ve seslenmişti. Komiser Tahsin, başını Cinayet Büro’nun kapısından içeri uzattı bir kez daha.

-          Komiserim, Rüstem Yakalı geçtiğimiz ay Singapur’da yeni bir şirket açmış. Türkiye’den birkaç kişiyi oradaki şirkette işe almaya başlamış bile. Ağırlıklı olarak Türkiye’de bağlı olduğu şirketin personelleri var. Şaşıracaksınız ama Itır Hanım da var…

Komiser, doğru duyup duymadığını anlamak için tekrarlattı. Gözleri fal taşı gibi olmuştu. Kafasını şaşkınlıkla sağa sola sallarken Hale’nin diğer sözlerini dinlemeden sorgu odasına geçti.

İçeride, ağlamaktan gözleri şişmiş ve karnını tutan bir kadın buldu. Birkaç saniye önce öğrendiği bilgi, kafasında değişik bir imaj oturtmuştu. Nice katillerin cinayetlerden sonra gözü yaşlı şekilde, tanıkmış gibi ifade verdiklerini dahi görmüştü.

Öksürerek varlığına dikkat çektikten sonra ağlaması duraksayan kadının karşısına geçti.

-          Itır Hanım, kaybınız için başınız sağolsun ama sanırım siz bu kayıptan haberdardınız…

Kadının ağlamaktan şişmiş olan gözleri, mümkün olduğu kadarıyla açılabilmişti. Kahverengi uzun saçları, birkaç saattir yolduğu için olsa gerek iyice yıpranmıştı. Şaşkınlıktan gözlerini birkaç kez kırpıştırdıktan sonra dudaklarından tek bir şey dökülmüştü: “Ne?”

-          Sabahleyin sevgiliniz Furkan’dan aldığınız ve çocuğunuzun ölümüne yol açan çikolatadan haberimiz var. Sonra nasıl oldu da o çikolata hediye paketinin içine girdi ve ne tesadüftür ki sizin çocuğunuzun hediyesi oldu; bu konuda bize yardımcı olabileceğinizi düşünüyorum…

Komiserin bu suçlaması karşısında histerik bir şekilde “O değildi, çikolata değildi…” diye mırıldanarak çantasına uzanmıştı kadın. Komiser ise, merakla kadını izlerken çalan telefonuna sabırsızca baktı. Necip’in aradığını görünce sorgu odasından çıkıp merakla telefonu açtı.

-          Amirim, bilmeniz gereken bir şey var.

Komiser sessizce dinleme konumuna geçti.

-          Eve geldik, kapıdan sonra karşımıza çıkan vestiyerin üstünde uçak biletleri vardı…

Necip’in bu sözü sonrası komiser lafını keserek “Singapur’a mı?” diye sorduğunda birkaç saniyelik şaşkınlık yaşayan Necip “Nereden bildiniz!” diye bir nara kopardı.

-          Kadının kendisi ve oğlu için hazırladığı iki tane valiz de kapının hemen dibinde duruyordu amirim…

Şaşırma sırası komiserdeydi bu kez. “Oğlu için de mi valiz hazırlamış?” diye sorarak, duyduğuna emin olduğu ayrıntıyı tekrarlattı.

-          Evet amirim, biletler de oğlu ve kendisi içindi zaten. Yarın sabah ilk uçakla Singapur’a uçacaklarmış…

Komiser, alt üst olmuş bir şekilde telefonu kapatıp sorgu odasına döndü. Kadın, tam komiser içeri girdiğinde çantasından çekip çıkardığı bir şeyi sallıyordu.

-          Buydu! Furkan’ın bana verdiği şey buydu işte…

Kadının masaya koyduğu şey bir yüzük kabıydı.

Komiser, şaşkınlıkla bir kaba bir de kadına baktıktan sonra kıpkırmızı olmuş bir yüzle bakışlarını yere eğdi.

-          Hepsi eski kocamın oyunu! Bu kadar ileri gidebileceği aklımın ucundan bile geçmemişti… Benim Furkan’la ilişkim bizim evliliğimizden de öncesine dayanıyordu ama o bunu kabul edemedi. Ben mahkemeye, benim çocuğumun babasının Furkan olduğuna dair belgeleri sunduğumda boşanmamızın önünde bir engel kalmamıştı… Ancak Furkan’a bunu söylemeye fırsatım olmamıştı! Furkan, çok çabuk parlayan birisidir; aşırı öfkeleniverir. Siz bugün onlara soru sorarken de aynısı olmuş sanırım... Bana bu sabah söz vermişti; ne bana ne de oğluma hiç kimse zarar vermeyecek diye...

Itır, cümlelerini tamamladıktan sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Komiser ise, ellerini yanağına dayayıp öylece kalakalmıştı.

*

-          Kim bu kadının eski kocası Hale!

Cinayet Büro’ya bağırarak giren komiser, Hale’yi bir an ürkütmüştü. İçtiği kahveyi yutkunarak boğazından aşağı yolladıktan sonra komisere baktı.

-          Size tam söylüyordum komiserim… Itır Hanım’ın boşandığı eşi Haluk Pardayan’mış. Dört yıldır Ulubey AVM’nin operasyon şefi olarak çalışıyor. Aynı zamanda sizin de elinizdeki belgelere göre, Itır Hanım ve Furkan Bey’in AVM’de basılması olayında görgü şahidi de bizzat kendisi! Bir öç politikası izlediğini düşünüyorum çünkü…

Komiser elini sallayarak Cinayet Büro’daki kahve ısıtıcısının yanına geçti.

-          Biliyorum biliyorum, çocuk Furkan’danmış.

Hale’nin ağzı açık kalmıştı. Kapatıp, başını olumlu anlamda salladı. Komiser ise, elini cep telefonuna götürüp olay yerinde bulunan ekibin şefi Yasin’i aradı ve Haluk Pardayan hakkındaki bilgileri kısaca özetleyip Haluk’un emniyete getirilmesini istedi.

Yasin’in cevabı kısa ve net olmuştu:

-          Bu imkansız amirim.

Arka plandan gelen koşturmaca seslerini o an fark etti komiser. Dudağının ucu kıvrılmış bir şekilde Yasin’i dinlemeye başladı. İçinden bir ses, dinleme faslının kısa süreceğini söylüyordu.

-          Sizin bahsettiğiniz şahıs birkaç dakika önce kendisini öldürdü. Şimdi yeni olay yerini hallediyoruz. Adamcağız kendisini asansör boşluğuna bırakmış… Görgü tanıkları var, cinayet değil kesinlikle.

Komiser, teşekkür ettikten sonra telefonu kapattı.

Hale, merakla kendisine bakarken pek bir şey söyleyemeyeceğini düşünüyordu komiser. Önüne ilk gelen koltuğa çöküverdi. Elinin hizasında duran Cinayet Büro giriş kapısını sertçe kapattıktan sonra cebindeki sigara paketine uzandı, sigarasından birkaç nefes aldıktan sonra konuşabilecek hale gelmişti.

“Bazıları…” diye mırıldanmaya başladı komiser.

-          Bazıları o kadar narsist oluyor ki Hale; en sonunda verdikleri zarar boylarını aşınca nefes alamıyorlar. İflas ediyor vücutları… Zarar görenler ise geride kalıyor; ne şanssızlık! Tek zarar görmesi gereken kişiler, çabucak kurtuluveriyor bu cümbüşten…

Susup duraksadıktan sonra, sigarasından birkaç nefes daha alıp mırıldandı:

“Yüzlerce çocuğun gözü önünde Noel Baba’yı öldürdükleri halde üstelik…”


SON